15 Kasım 2017 Çarşamba

PİYANO


Bir piyano düşünün içinde notaları çıkarabilecek donanım mevcut. Sessizce duruyor. Siz gelip bir tuşa basıyorsunuz içindeki yay titreşiyor ve titreşimle çıkan ses yayılıyor. İnsan da bunun gibi içinde yaratılışın tüm potansiyelini ve çeşitliliğini barındırıyor. İçinizdeki potansiyelinizin farkına vardığınızda -UYANIŞ- onu titreştiriyor ve yeteneğinizi sergiliyorsunuz. Sanatçıların da sanatta, oyunculukta yaptığı tam da bu.
Kaynak: Sn. Çiğdem Selışık Onat'ın bir TV programında yaptığı benzetmeyi çok beğendim. Tanımlamalar birebir aynı olmayabilir. Özgeçmişine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://www.gayesokmen.com/tr/cigdem-selisik-onat

3 Eylül 2017 Pazar

KURBAN BAYRAMI

KURBAN BAYRAMI

Kurban bayramından birkaç gün önce Hamdi dede (Güç) kurbanlık koçunu alır, evinin bahçesine bağlardı. Evleri okuduğum ilkokulun hemen arkasında, okul çıkışı koyunu görmeye gitmek için sabırsızlanırdım. O benim için bir kurbandan çok güzel, sevilecek, beslenecek bir canlıydı. Koyunların yemekten hoşlandıkları böğürtlen çalılıkları arasında çokça bulunan beyaz çiçekli sarmaşık otlarını çekiştirerek toplar koyunu görmeye giderdim. Selma abla beni koçun yanına götürdüğünde görme heyecanım korku ile yer değiştirirdi. Sarmaşık otlarını önce uzaktan atar yediğini ve bana bir şey yapmayacağını görünce yanaşmalarım başlardı. Bazıları da kendisine yaklaşılmasını reddeder akıbetini biliyormuşçasına tos atmaya eğiliminde olurdu. Bu tehlikeli olduğu gibi eğlenceli de bir durumdu. Boynuzları arasına el ayası ile vurup onu tos atmaya zorlar, kaçardık.
Bugün bayramın ilk günü evde sabah kahvaltımı erkenden yaptım.
-Mama, ben Selma ablaya gidiyorum.
-Oğulum bu saatte gidilir mi? Onlar camiye gidiyorlar, sonra da mezarlığa (aşiyan) ölmüşlerini ziyaret ederler, öğleye doğru gidersin. Üstelik bu kıyafetle mi gideceksin. Üstünü değiştir, temiz bir şeyler giy. Yabancı misafirler gelir, doğru dürüst giyin.
Üfleye püfleye temiz kıyafetlerimi ve sadece misafirliğe giderken giydiğim ayakkabılarımı giydim. O zamanlar iki ayakkabımız olurdu, biri her zaman kullanılan biri de insan içine çıkacağımız zaman giydiğimizdi.
Her zaman olduğu gibi bahçemizdeki çeşitli çiçeklerden o mevsim ne açmışsa bir buket hazırlar Selma ablanın yolunu tutardım. Kurban kesilecek, dağıtılacak, misafirler gelecek velhasıl farklı bir gün geçirmenin ve Selma ablanın vereceği mendil arasında cebime konan bayram harçlığı heyecanı oludu içimde.
Demir bahçe kapısından girince kapının çıkardığı sese irkilen Selma abla benim geldiğimi görmüş, kapıyı açtı.
- Hoş geldim. Gel bakalım. Amann.., çiçekler de ne güzelmiş, teşekkür ederim.
- Ben çekinerek “Bayramınız kutlu olsun” annem babam çok selam söyledi.
Sahanlıktan birkaç merdivenle alt kata iniyoruz. Bu merdivenlerden inerken çocukluk anılarımı anlatıyor; Kapı boşluğuna bir yün yumağı asarlar, evin kedisi de onunla oynarmış. Kedinin yumakla oynamasına bayılırmışım. Kedi oynamayı kestiğinde “Hadi Oynasınnn..” dermişim
Dede kurban kesmek için son hazırlıklarını yapıyor. Onun da elini öptüm bayramını kutladım. Ondan her zaman çekinirdim.
Dede hazırlıklarını tamamladı. Bahçedeki kuyu yakınındaki ağaç altına kesimden çıkanların gömüleceği bir çukur kazıldı. Behzat abi de dedeye yardım ediyor. Koçu yere yatırdılar, üç ayağı bağlandıktan sonra temiz bir tülbent ile koçun gözleri bağlandı. Dede, duaları eşliğinde elini koyunun üstüne ve boynuna sürerek koçu sakinleştirmeye ve canını teslim etmeye hazırlıyordu. Dede ve koç hazır olunca da bir bıçak hareketi ile kurban ediyordu. Akan kandan alnımıza ortasına sürerlerdi.
Sonraki aşamalarda erik ağacı dalından bir çubuk yontulur, yüzmeyi kolaylaştırmak için ayak bileğine yakın kısmından açılan bir delikten üfleyerek şişirilirdi. Daha sonra ayak kısmından ağaca asılır ve postu yüzülürdü. Post tuzlanır, bir tahtaya çakılarak bahçede kurumaya bırakılırdı. O daha sonra dedenin namaz seccadesi olacaktı. Deri yüzüldükten sonra kurbanın iç organlarını çıkarmaya sıra gelir, kurban karnından yarılarak iç organları çıkartılır, ödün patlamamasına özellikle özen gösterilirdi.
Parçalama işlemleri tamamlandıktan sonra, etrafın temizliği ve kurban eti dağıtım işlerini Selma abla organize ederdi. Yakın yerlerdeki komşulara bende götürürdüm. Yaşça büyük kimselere de hürmeten Selma abla ya da Behzat abi götürürlerdi.
Birinci gün kurban kesimi ve misafir ağırlamakla geçer, ikinci gün biz ailecek bayram yemeğine davetli olurduk.
Bayram günleri bir başka olurdu. Her zamanki ilişkilerden, misafirliklerden daha farklıydı. Dini bir vecibenin yerine getirilmesi huzuru, paylaşmanın, ağırlama ve ağırlanmanın mutluluğu ve ilişkilerde saygı vardı.
Takvor Teodorosyan
Eylül/2017

8 Temmuz 2017 Cumartesi

VAPUR YOLCULUĞU

Vapurun yan güvertesinde açıkta oturup rüzgarın serinliğini, denizin kokusunu hissederek yolculuk yapmak istiyorum. Deniz parıltısı ile bir o yana bir bu yana baktırıyor, bazen kamaştırıyor gözleri, deniz oynaşıyor adeta karşımda, bazen coşkun bazen fırtınalara gebe sakin ve sessiz pusuya yatmış bir canavar. Kısa bir düdükle vapurun kalkış zamanı geldiğini hatırlatıyor kaptan. Güçlü bir makine sesi ardından uskurun çıkardığı bir gürültü ile biri içinde yuvarlanan güçlü dalgalar kıç tarafında köpürüyor. Bir süre bakıp dalar gidersiniz bu dalga yumaklarına anlamsızca boş bakışlarla. Ses ve hareket çeker bakışları içine, kimi hayallere kapılır kimi güce hayran kalır. İlk hareket için güçlü bir itiş, sonrası süzülüyor vapur yavaştan hedefine. Tam yol ileri artık hareket başlamıştır vapurda, denizde, havada, insanda o anda var olan her şeyde. 


Dalgaların inişli çıkışlı sesleri titreştiriyor yüreği. Rüzgar saçları karıştırırken ruhu açıyor, serinletiyor teni. Oluşan köpükler, duygular misali ortaya çıkıp yayılıyor, yavaşça kayboluyor sessiz sedasız uzaklarda, hiç ortaya çıkmamış gibi.

Gökyüzünün süsü martılar, vapurun etrafında sesleri ve hareketleriyle dolanıp duruyorlar. Bekliyorlar atılacak bir simit parçasını kapmak için. Hücum ediyor birçoğu, telaş kavga kargaşa bir lokma simit için. Nasılda çevikler, refleksleri çok güçlü inanılmaz hamlelerle güverteden atılan simidi kapabiliyorlar denize düşmeden. Birinin kaptığı düşünce gagadan bir diğeri kapıyor kendine gülen fırsatı. Denize düşen varsa oda balığın nasibi oluyor. Sonunda buluyor lokma doyuracağı uygun boğazı. Bazen bırakıyorlar kendilerini teslimiyetçi ve korumasızca vapurun yarattığı hava kanalına, süzülüyorlar tüm güzellikleriyle kendilerini sergilercesine.

Gözüm denize odaklanmış, dalıp gitmiştim vapurun denizi yarışına. Deniz bizim ters yönümüze doğru hızla akıyordu sanki. Giden biz miyiz? Deniz mi? diye sordum kendime.
-Deniz hep var, giden biziz.
-Oradan bir ses; Aynı zaman gibi değil mi? Zaman da hep var, deniz de biz onların içinde bir yolcuyuz.
-Yolcu olduğumuz doğru. Vapurun bir hedefi var ya bizim?
-Bizim hedefimiz ne? Zor bir soru doğrusu. Buna yanıt bulabilen pek olmamış sanırım. Bulabilenler de yakıştırıyor bir şekilde kendilerince.
-Yine o ses; Hedef neyi seçtiğine bağlı, neyi seçersen onu yaşıyorsun.

Takvor Teodorosyan

08.07.2017

ANNELER GÜNÜ

İlkokula gittiğim dönemlerdi. Bugün anneler günü anneme bir armağan vermek istiyorum. Ancak, bulunduğumuz yer nedeniyle alışverişe gidebilecek bir durumum olmadığı gibi, armağan alacak param da yok. Hediyelik alış verişler için Beşiktaş’a ya da o zamanın değimiyle İstanbul’a yani Eminönü’ne gitmek gerekirdi. Önceden düşünmüş olsam büyüklerimden yardım isteyebilirdim. Ama bunu da çekingenliğimden söyleyemezdim.


Her zaman olduğu gibi kahvaltıdan sonra arkadaşlarımla oynamak üzere bahçeye çıktım. Evimizin arkasındaki kırlık alandan yukarıya iki ulu fıstık çamının bulunduğu tepeye doğru güle oynaya şakalaşarak çıkıyoruz. Kırların üzerinde yuvarlanıyor, baharı hissediyoruz bedenimizde. Kuzukulağı bitkisine rastlamışsak koparıp çiğniyoruz. Ağzımız buruluyor ekşiliğinden, salyamız sulanıyor. Yine de seviyoruz yemesini. Kış uykusundan uyanan doğa, davetkar bir şekilde rengarenk çiçeklerini serpiştirmiş yeşil örtüsünün üzerine. Baharın ilk müjdecilerinden papatyalar kümeler halinde, papatya tarlası gibi süslüyor kırları. Tepeye vardığımızda soluklanmak için denize nazır oturduk çamların altında. Kimi pisipisi otu sapından düdük yapmaya, kimi çam ağacı kabuklarını yontarak yelkenli yapmaya koyuldu. Bense papatyaları seçmiştim. En güzellerinden ve sapı kalın olanlardan bir miktar topladım. Saplarını kısalttım. Çam ağacının sivri ve ince yaprakları ile papatya saplarına küçük bir yarık açarak bir sonraki papatyayı o yarıktan sokup birbiri ardına dizerek papatyalardan taç yaptım.  

Bir şey yaratmış olmanın heyecanı ile koşarak eve gittim. İçim içime sığmıyordu. Heyecanla kapıyı çaldım. Bak mama, anneler günü için sana papatyalardan taç yaptım. Sıkıca sarıldık birbirimize.

Takvor Teodorosyan

13.05.2017

7 Temmuz 2017 Cuma

BUGÜN ŞANSLI GÜNÜMDEYİM

Otobüsün ön sağ tarafında ikişerli, karşılıklı oturma koltuklarından gidiş yönüne bakan koltuklardan koridor tarafında oturmuş kitap okuyorum. Yanımdaki -cam kenarında oturan- yolcu durakta indi. Güneş vurduğu için boşalan yere geçmedim. Karşımızdaki iki koltukta da yolcular oturuyor.


Bir sonraki duraktan siyah pantolonlu, kırmızı üzerine iri dal çiçek buluzlu, sapları siyah dantel desenli koyu güneş gözlüğü, sallantılı küpeleri ile kırmızı yanaklı tombul bir bayan paldır küldür, çarparak dörtlü koltuk grubu arasından yanımdaki boş koltuğa gökten düşercesine bıraktı kendini. Bir an ne olduğumu şaşırdım. Bayanın gövdesi ile koltuk kolu arasında sıkışıp kalmıştım. Sıkışıklıktan bir nebze kurtulabilmek için koltuk kolunu yukarıya kaldırıp, sola doğru kaykıldım. Yerleşmesini beklerken, bayan söyle hafifçe poposunu kaldırdı, geçiş bir kalça hareketi ile bir sağ bir sol yapıp yerleşti koltuğa. Tam şükür yerleşti derken, çok önemli bir şey arıyormuş gibi başladı çantasını karıştırmaya. Bir yandan eline dolanan cep telefonunun kulaklık kordonundan kurulmaya çalışıyor bir yandan da harmanlıyor çantayı. Bu arada dirsek darbelerinden nasibimi alıyorum tabi ki. Neyse, aradığı pet su şişesiymiş, buldu. Suyunu içti. Çantasını toparladı, kucağına yerleştirdi, derin bir nefes alıp yaslandı koltuğa. Hiçbir şey olmamış gibi sakince kulaklığını taktı. Artık hareket durmuştu. Ben de ineceğim durağa gelmiştim.

Takvor Teodorosyan

06.07.2017

23 Haziran 2017 Cuma

ŞEKER BAYRAMI


Çocukluğumun Rumelihisarı’nda camiler sahilde olduğundan mahallemizden sadece ezan sesleri duyulurdu. Yine yaz aylarına denk gelen bir Şeker Bayramıydı. İftar vakti gelene kadar sokakta oynardık. Ezan sesi duyuldu mu Anadoluhisarı sırtlarındaki camilerin minare ışıklarına dikerdik gözlerimizi. Işıkların yandığını gören “kandiller yandı” diye bağırır, herkes sokaktan eve koşardı.

Komşularımız bizi kendi çocuklarından ayırt etmez iftar sofrasına bizler de dahil olurduk. Kahvaltı sofrasını sevdiğimden mi yoksa iftar sofrasının sıcak, samimi, paylaşımcı büyüsünden mi iftar sofrasında olmaktan mutlu olur, zevk alırdım.

Ramazanın bir başka güzelliği de sadece Ramazan’da çıkan pidelerdi. İftar saatine yakın kendimize ve konu komşuya sıcak pide alabilmek için bakkalla koşar sıra beklerdik. Rahmetli babaannem ramazanın son günü bir miktar pide alır beze sararak saklardı. Ramazandan sonra hiç beklemediğimiz bir gün sakladığı pideleri ısıtır bize sürpriz yapardı.

Rahmetli Selma abla (Güç) uygun olduğunda iftara çağırırdı. İftar sofrasını örtüsünden düzenlemesine, iftarlıklarına kadar her şeyi özenle ve kurallarına göre hazırlardı. Açık olan radyodan iftar zamanının bildirilmesi beklenir, “İstanbul için iftar vakti” dendiğinde sofrada herkes yerini alırdı. Başlangıç çorba ile yapılır, daha sonra da ana yemeğe geçilirdi. Yemekten sonra uyuya kalmamışsam Radyodan Karagöz Hacivat skeçlerinin başlamasını beklerdim.
Bayram sabahı camiye giderler, camiden çıktıktan sonra mezarlık ziyaretlerini yaparlardı. Bayramın ilk günü Selma abla, Dede (Hamdi) ve Behzat ağabey ile bayramlaşmaya giderdim. Selma abla el öpmeye gelen tanıdıklarının çocuklarına, bana işli bez mendil arasında bayram harçlığı verirdi. İlk gün akraba, eş dost ve komşular bayram kutlamasına gelirdi.

İkinci gün ise Selma ablalarda ailecek bayramı bir arada kutlamak için toplanırdık. Yemekler yenir sohbetler edilirdi. Yemekten sonraki tatlı ikramı, çorba kaşığı ile şekillendirilmiş un helvasının tadına doyum olmazdı. Akşamüstü çay demlenir, bayram için özel hazırlanmış ikramlıklar eşliğinde çay içilirdi.

Artık gün ağarmaya başlamış eve dönüş zamanımız gelmiştir. Eskiden gelen bir adet olarak Hacı Bekir’den alınmış lokum, akide şekeri ve çifte kavrulmuş karışık şeker kutusu hediyemizi alarak vedalaşırdık.

Takvor Teodorosyan
Haziran / 2017

6 Mayıs 2017 Cumartesi

ÇAN HALATI


Kilisedeki cenaze ayini çıkışında kapı eşiği yanında sallanan kilise çanı halatına takıldı gözüm. Halat gökten yere sarkmış, gelen geçenin yarattığı hava akımıyla kendi halinde salınıyor başıboş bir halde, bekliyor halatın ucunu çekecek birini.  İnsan boyu yüksekliğindeki mesafeye dört parmak genişliğinde aralıklarla üç düğüm boğumda hissediyorsun halatın çekildiğini, görüyorsun zangocun her çekişte halata bıraktığı elinin kirini, terini.    

Düşledim hayatı, dedim hayat halat gibi düz olsaydı nasıl olurdu?

Zangoç seslendi; Halatta düğüm olmasa halat elimden kayar giderdi. hakim olamazdım ona.

Varsın kaysın ne olur?

Zangoç; Olmaz, ritmi tutturamam o zaman da paparayı yerim. Çanın her vuruşunun bir anlamı var. Ayinin başladığını, bayramı, vaftizi, düğünü, ölümü bazen de yerel saati duyurmanın ritmi ve vuruşu farklıdır.

Aynı kalp gibi desene dedim. Sevinince coşar, hüzünlenince ritmin düşer, ağırlaşır.

Zangoç doğruladı beni, söze devam etti. Halat elimden kaydığında duyurmak istediğim duyguyu, ritmi veremem çana. Çanı görmesem de tuttuğum halatın ucundan hissederim çanla ona vuracak olan tokmağı, sıkıca kavrarım halatı çekerim gökten yere, salarım soluğumu, halatın boşluğunu ilk vuruş yavan olur sonrakiler güçlü. Neden dersen ilkinde çanla tokmak uyuşur, sonrasında da benim halatı çekme amacım titreşir çanda, tokmakta, ulaşır duyacak kulaklara, yaratır yüreklerde çağrının duygusunu. Boğumlar halatın her çekilişinde git gide sıkılaşmış, kayganlaşmış farkında olmadan. Zamanla sıradanlaşıyor başlangıca dönmek istercesine. Hükmediyor zaman halatın işlevine, ömrüne.

Mayıs/2017

Takvor Teodorosyan