4 Mart 2024 Pazartesi

Uğur Yücel

En belirgin fark mutfaksızlık. 
Mesala Boğaz’da bir balık lokantasına gidiyorsun, meze alıyorsun, ben bunu iki gün önce başka bir yerde yedim diyorsun. Her şey birbirinin bu kadar mı aynısı olur? Hiçbir özgünlük yok. Eskiden her meyhanenin kendi mutfağından çıkan mezeyi yerdin. Şimdi öyle değil artık. Basit bir ciğer kızartma bile, sıradan gözüken bir şey, pişirme, sunum açısından anlam kaybetti. Balık pişirme ustaları kalmadı, iyi balık pişiren dört beş tane yer var İstanbul’da. 

Bu toprakların kültür çeşitliliğine sahip insanları kaybetmek esasında bütün hayatı kaybetmektir. Ben bu hayatı kaybetmiş neslin çocuğuyum. İstanbul’da son Bizanslıları biz gördük. Şimdi kimse bilmiyor. Yahudi, Ermeni, Rum arasındaki farkı bilmiyor gençlik. Bunların hepsini aynı yere koyuyor.
Lezzetlerini bilmiyor, kültürlerini bilmiyor hatta şöyle zannediyorlar: Önce Türkler vardı sonra herkes geldi. Bütün Anadolulular buradayken Türkler geldi. Sonra Yahudiler. Bunu kimse bilmiyor. Bir Rum arkadaşıma sevimli bir kız soruyor: “Biz İstanbul’ a 1984’te geldik. Siz ne zaman geldiniz?” Arkadaşım sakince cevaplıyor “3000 yıl önce.” Bu hayatın bizim gibi farkına varmadılar, bunun hazzını çıkaramadılar. Bir Rum evinden gelen bir tepsi musakkaya karşılık annenin gönderdiği bir Anadolu mantısı ya da bir Ermeni evinden gelen midye dolma ve buna karşılık bir koca tabak baklava. Zeytinyağlıyı, balığı Rumların elinden, dolmaları topiği Ermenilerin elinden, hamuru Türklerin, eti Kürtlerin elinden yiyeceksin. Elden ele, komşudan komşuya, cenazede, mutlulukta, bayramda bunlar paylaşılırdı ve bunun farkına varırdın.

Tabii yemekler, tatlılar. Bu renkler gitti, tatlar gitti, komşulara dağıtılan irmik helvaları, paskalya çörekleri, yumurtalar… Mesela dedem hacıydı ama Paskalya zamanı yumurta tokuştururdu benim arkadaşlarımla, yılbaşında başına kukuleta takardı, yılbaşı kutlanırdı ama Kandil’de de radyo başına geçilip Kandil dinlenirdi. Mevlitlere gidilirdi, kilisedeki düğünlere giderdi bu hacı hocalar, anneanneler. Yakın biri öldüğü zaman bizim mevlit olurdu Rumlar, Ermeniler, Yahudiler başörtüsü takıp bizim eve gelir, duaya katılırdı. Bu dünya, bu söylediğim şeyler hayat kaybı değil midir?

Hem yaşam biçimini aynı zamanda lezzetlerini kaybediyorsun. Bir kültür yok oluyor, bu iç içelik, bu koskoca Anadolu kültürü bizim gözümüzün önünde paramparça edildi.

İster Arap olsun, ister Kürt olsun, ister Türk olsun, Rum, Ermeni, bu medeniyetler, burada yaşayan kültürler, bunların hepsi yetiştikleri yerin iklimine göre davranmıştır. Adam bir yere köy kuruyor, rüzgârı nereden alacağını, sabah güneşinin nereye geleceğini, köyün evlerinin yüzünün nereye bakacağını hesaplıyor. Sahip olmak bu demektir, yoksa dünyada toprak herkesindir. Sınırsız bir dünyaya inanıyorum ben. Benim yerleştiğim, köklerimin yerleştiği bir yer varsa köklerim o topraklara, o denizlere göre hareket ediyor. Sen bu kökleri, o tohumları yok edersen, yerinden yurdundan edersen ve onun yerine benimkiler geçsin dersen dünya harikası bir caminin dibine gökdelen koyarsın. Yahu Şirince’de dünyanın en güzel zeytinlerinin olduğu yere Mübadeleyle gelen insanlar tütüncü. Zeytin ağacı hiçbir şey ifade etmiyor. Ama bir Anadolu Rum’u için zeytin ağacı onun ayrılmaz parçası. Oraya yerleştirdiğin adamsa bundan hiçbir şey algılamıyor. Kim mutlu oldu lanet Mübadele’den ne Müslümanı ne Hıristiyanı. Anadolu kurudu. Koskoca üzüm bağları, incirler, yemişler, meyveler, her şey kurudu, beton oldu. Şimdi çırpınıyoruz, o topraklarda meğer ne üzümler yetişiyormuş diyoruz. Yerinden etmeyi, onun yerine geçmeyi lezzetle ilişkilendirirsek yine bir hayat kaybıdır. Dünyanın her yerinde bütün işgaller, savaşlar, bütün yer değiştirmeler aynı zamanda hayatın tadına karşı da yapılmıştır. Hepsi dindar, hepsinin dinleri var. Eğer Tanrı’ya inanıyor ve tapınıyorlarsa bence bu Tanrı’ya yapılmış en büyük ihanettir. Çünkü herkes başka bir dünyada daha rahat edeceği endişesiyle ibadet ediyor oysa dünya denilen yer bir cennet. Sen bu yaşadığın cennete ihanet edersen, öbür tarafın hangi kurgusuyla uğraşacaksın?"

- Uğur Yücel -

12 Ekim 2023 Perşembe

KAYIKHANE

Kayıkhane latalarının denize batmış kısımlarını kıskanır su yüzünde kalanlar. Deniz kıyısında olupta suya erişememek acıtır canlarını, kıskanırlar denizin yaladığı  lataları, kazıkları,  beklerler geminin geçmesini, rüzgarın esmesini nasiplenmek uğruna.
Takvor Teodorosyan

HEDEF KOYMAK

Hedef koymak ve eyleme geçmiş olmak çok değerli. Hedeflere ulaşmak için çıkılan yolda yaşam hiç beklenmedik bir anda seni bir şey yada durumla karşılaştırıyor. Kişiliğin, birikimlerinle sunulana tepki veriyorsun. O zaman yaşamla oyun başlıyor. Kazanmak ya da kaybetmek diye bir şey yok. Ne tepki verdiğin ve hangi duyguları yaşadığın önemli. Kendine değer katıp yola devam edebilirsin, yolunu değiştirebilirsin, yeni bir oyun kurabilirsin. Bil ki yaşamda sana gardını alacak sana yeni bir oyun kuracak.
11.06.2022 Takvor Teodorosyan

BOZCAADA İZVENGO

Bozcaada da rastladım ona, zayıf, güneş kavurmuş tenini, elleri toprak ve bağla uğraşmaktan buruşmuş  yol yol olmuş damarları yaşlılıktan, zayıf, uzun boylu, dik durma çabasının yorgunluğu vurmuş yüzüne. Evinden halinden Rumlardan olduğunu sezen arkadaşım bir iki kelam etti Rumca. Ayak üstü başlayan sohbet. Elinde  tutmaya çalıştığı bağlarından, her geçen gün kendileri için daralan adadan göç etmek zorunda kalan çocuklarından, geçim zorluğu yaşayanların bağlarını parça parça satmak zorunda kaldığından, bankaların adaletsiz kredi verdiklerinden bu nedenle bağların el değiştirdiğinden bahsetti. İçim burulmuştu. İçeri davet etti. Loş ve serin bir sofaya girdik. Ayaklı ayna, üzerini el işi dantel kaplamış. Hoş bir ada evi oturduk. İçeriden yeşil renkli bir şişe getirdi. İnce kristal cam kadehlere akıttı kıvamlı bir sıvıyı, ikram etti. Bir yudum aldım. Kendi üzümlerinden özenle yaptıkları likörün lezzeti muhteşemdi. İç sıkıcı konulardan sonra iyi gelmiş, sohbet farklı konulara dönmüştü. Selam olsun adalılara, ada sevenlere.
05.07.2022

23 Eylül 2023 Cumartesi

COVİD 19 LU EV HALLERİ

Yil 2020 Covid19 virüsü Tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Yüz binlerce kişi hayatını kaybetti, kaybetmeye de devam ediyor. Ölenler kendi mezarlarına defnedilmek yerine iş makineleriyle açılan toplu mezarlara alelacele gömülüyor. Görüntülerini izlemek bile ürpertici. O zaman diyorsun "Ölümün bile hayırlısı olsun". Yıllarca birlikte çalıştığım arkadaşımın virüse yakalandığını öğrenince cep telefonundan aradım.

-Abi, hayırdır ne oldu?

-Hayırdır, hayır kötü bir şey yok. Anlatıyor başına gelenleri;

Eşimin anjiyosu için bir süredir hastanedeydik Covid19 salgını çıkınca anjiyoyu yapmadan bizi apar topar eve gönderdiler. Eve geldikten birkaç gün sonra kendimizi iyi hissetmeyince özel hastaneye gittik. İlaç verip eve gönderdiler. Baktık ki iyi değiliz, daha önce eşimin ameliyatında bize ilgi gösteren, yardımcı olan devlet hastanesindeki doktoru aradım. Yardımcı oldu, hastaneye yattık. Sanırım Covid19 u farkında olmadan anjiyo için beklediğimiz hastanede kaptık. Eşim de bende testlerde pozitif çıktık. Şimdi tedavi oluyoruz. Her geçen gün iye gidiyor.

-Oh derin bir nefes alıyorum. İyiye gidiyor dedi ya, iç rahatlığıyla çok geçmiş olsun. Kısa zamanda sağlığınıza kavuşmanızı dileğiyle kapatıyorum telefonu.

Bir hafta geçmemişti ki aniden kötüleştiğini ve vefat ettiğini, eşinin de yoğun bakımda olduğunu öğreniyorum. Hayır dediği ölüm müydü? bilemedim. Yaşamını ve titizliğini bildiğimden hiç konduramadım. Kabullenemedim bir türlü. Bu ölüm yakışmadı ona diye isyan ediyorum kendi kendime.

Bir yandan da korkuyorum. Virüsü hissediyorum yanı başımda. Virüse yakalanmamanın çarelerini arıyorum. Hiç olmadığı kadar dinliyorum bedenimi. Her noktasından gelen ve her zamankinden farklı olan sinyalleri tüm dikkat ve farkındalıkla hissetmeye çalışıyorum. Bazen de ikileme düşüyorum. Daha önce hiç farkında olmadığım bir şeyi fark edip eskiden nasıldı diye dalıyorum düşünceye. Korku sarıyor bedeni, bazen de olmayan sinyalleri varmış gibi algılıyorum. Ter basıyor vücudumu acaba mı? Telaşlanıp  sabunda, sarımsakta, gargarada, ağız spreyinde, tuzda, sirkede, zencefilde, zerdeçalda, kolonyada, arıyorum çareyi. Deniyorum elde ne varsa birden fazlasını hangisi tutarsa hesabı.

İzliyorum dikkat kesiliyorum haberlere yazılanlara çizilenlere. Her dil her kalem farklı anlatıyor virüsün hikayesini. Henüz bilinen bir hikaye değil anlaşılan. En doğru gelen uyarı “Virüse yakalanmamaya bakın, yakalanacaksanız da şimdi değil” oldu. Bilinmeyeni bilmek için zamana ihtiyaç vardı. Virüs yayılma hızına bağlı olarak yasakların ve önlemlerin dozajı artmaya başladı.

Altmış beş yaş üstüne “Evde Kal” kuralı uygulamaya konunca Mart son haftasından başlayarak yaklaşık üç ayı aşkın bir süre hiç dışarı çıkamadım. Bir nevi ev hapsindeyim. Virüs korkusu peşi sıra takılan bir başka korku da çalışmasam kredi kartı borçlarımı nasıl ödeyeceğim endişesiydi. Eşim kızım destek olsa da nereye kadar diye düşünmeden edemedim. En kötü çok zor durumda kalırsam her zaman desteğini esirgemeyen kardeşim vardı. Onun da yükü ağır. Neyse şimdi bunları düşünme birinci düşünmen gereken yaşamda kalabilmek. Düşünerek bir çözüm oluşturamayacağına göre akışına bırak, yaşa gör diyorum kendime. Farklı şeylere odaklanmaya itiyorum zihnimi.

İlk hafta evde kalarak ihtiyaçların nasıl karşılanabileceği düzenini kurmak ve bu düzene alışmakla geçti. Hizmet alan da veren de acemiydi. Migros sanal marketi arıyoruz. En erken dört gün teslim süresi veriyorlar. Oysaki en yakın Migros bir sokak altımızda. Birkaç sinir bozucu günden sonra işler rayına oturmaya başladı. Zorunlu hallerde eşim kurban oluyor tüm önlemleri alarak kalabalığa kalmadan markete, eczaneye gidip acil ihtiyaçları karşılıyor. Eve gelince giysiler kapı önüne havalanmaya, kendisi de doğru banyoya.

Sonunda zor da olsa çalışır bir düzen oluşturmayı başarabildik. Şimdi hijyen ve bulaşma riskini nasıl sağlayacağımız konusuna odaklandık. Dışarıdan gelenlerin temizliğini ben üstlendim. Adım, kızımın tabiriyle dezenfektancıya çıktı. Marketten gelenleri tek tek bulaşık deterjanı ile yıkıyor, kurutuyor, kaldırıyorum. Ev hijyenini de arap sabunu ve çamaşır suyu ile sağlıyoruz. Bir an şeytan dürtmez mi, bulaşık deterjanı etiketini okumak aklıma geldi. Etikette “Yiyeceklerin temizliğinde kullanılmaması” yazmaz mı. Aldı bir telaş, hemen ilgili deterjanın müşteri hizmetlerini aradım. O da beni ürün sorumlusuna bağladı, endişeyle anlatmaya başladım;

-Merhaba, deterjanı yiyecek temizliğinde kullandım. Etiketinde yiyeceklerde kullanılmaması gerektiği yazılı. Sağlık yönünden sakıncalı bir durum yaratır mı?

-Deterjanı kullandıktan sonra bir sağlık sorununuz oldu mu?

-Hayır, doğal içerikli olduğundan sorun olmaz diye düşündüm. Etiketi okumadan kullandım.

-Evet, ana madde doğal ancak, köpürmesi için kimyasallar kullanılıyor. O nedenle kullanmamanızı öneririz.

O günden sonra doğal beyaz kalıp sabun bulaşık deterjanın yerini aldı.

 Evde oturmak iyi güzel de işe gitmeyince eksik hissediyor insan kendini. Sudan çıkmış balık misali ne yapacağını şaşırmış durumdayım. Sanki hayat yalnızca çalışmakmış gibi. İlk günler zorlansam da alışıyorum birkaç günde yeni düzene. Sabah normal uyandığımda şükrediyorum sorunsuz kalkabildiğime. Sabah kişisel temizlik görüldükten sonra bir bardak dolusu su, daha sonra ılık bir bardak limonlu su. Ardından kahvaltı ile başlıyor gün. Kitap okuyarak, yazarak, müzik dinleyerek, film seyrederek, gerektiğinde evden çalışarak, elden düşüremediğimiz akıllı telefonlarla geçiyor gün. Bazen de normal yaşam temposunda hiç el atamadığım yapacaklarıma el atıyorum. Dışardan olup biteni anlayabilmek için camdan dışarı sarkıp sokağa baktım bir ara. Saklambaç oynar gibi ebenin etrafta saklananları ararcasına tarıyor gözlerim etrafta olup biteni. Fırtına öncesi sessizlik hakim etrafta, ürpertici. Köpek gezdirenler dışında pek kimse yok. Hücrede havaya hasret kalmış misali pencereden dış havayı teneffüs ediyorum bir süre. Endişeli düşüncelerden uzak durabilmek için sadece akşam haberlerini izlemeye karar verdim. İyi de oldu doğrusu. Komşu ülkelerdeki savaşları canlı yayında izlediğimiz gibi gün be gün yaşamdan kopanları izlemek garip geliyor.  İzlemeden de yapamıyorum. Acıyor, sızlıyor içimiz, korkuyoruz. Bir yandan da bencil tarafımız bize denk gelmediğine şükrediyor. Anlıyorsun insanın bencilliğini, ölüm ve sevinç arasındaki adalet kanatıyor vicdanı.

Kış boyunca boş duran saksılara bir şeyler eksek derken kolay yetişen ve marketten alabileceğimiz arpacık soğanı ekmek geldi aklımıza. Öyle de yaptık. Ektik soğanları çiçek saksılarına. Can sularını verdik. Artık yeni bir uğraşımız olmuştu. Her sabah bakıyor, merak ediyor, gelişimini izliyoruz. Filizlendi, büyüyor, büyüdü, çok uzadılar derken kısa sürede hasat almaya başlıyoruz. Artık salatalarda kendi yetiştirdiğimiz yeşil soğanları kullanıyoruz. Hoşumuza da gidiyor doğrusu. Uzun süre kullanabilmek için köklerinden çıkarmak yerine yapraklarını ihtiyacımız kadar keserek kullanıyoruz. Yaklaşık bir ay idare etti bizi. Ekmeği evde yapmaya başladık. Zor yaratıcılığı köpürtüyor.

Takvor Teodorosyan

11.03.2022


 

 

20 Mayıs 2023 Cumartesi

VAROLUŞ HİKAYESİ

 VAROLUŞ HİKAYESİ


Erkek ve kadın kalplerini verdiler birbirlerine, sarılıp kucaklaştılar gök kubbenin altında. Sardı bedenlerini duygular. Bir ateş yandı içlerinde. Işığı yansıdı ta yıldızlara, evrene. Hiçlikten var ettiler beni. Onların hamuru, sevgisiyle yoğrulmuş armağanım onlara. Armağan almanın sevinci ve gururu ile sahiplendiler beni. Gelişimimi izledikçe kendi varoluşlarını gördüler bende. Gün geçtikçe alıştık, tanıdık birbirimizi. Kimi zaman oyuncakları kimi zaman yükleri oldum. Umutları, gururları, amaçları bazıları için de tarlada çalışacak isçisi,  gelecek garantileri oldum. 


Zamanı geldi kuş olup uçtum yuvadan. Boş kalınca yerim, şaşkındılar; oysa bizimdi o, emek verdik, ortaya çıkardık dediler. O zaman anladılar minnet duyduğumu, sahip olmadıklarını. 


Ortaya çıkınca çevredeki vampirler sardı etrafımı. Biri öne çıktı kas gücümü, diğeri köle olmamı, bir diğeri düşüncelerimi, bir başkası yarattıklarımı, biri de tenimi istemez mi. Aç kurtların ortasında ne yapacağımı bilmez beklerken uzaktan usulca yaklaşan biri, ne insandı ne tanrı  fısıldadı kulağıma "Kendi yolunu seç" bir güç yükseldi içimde kırıp geçtim etrafımdaki çemberi, oldum yaşam oyuncusu.


Kurtulduğumu sanmayın, zaman denen canavar bırakmıyor peşimi. Ben kaçıyorum o kovalıyor. Her geçen gün eskitti beni. Gençliğimi aldı, buruştu derilerimi. Artık işe yaramaz dediler emekli ettiler. Onlar için ben olan ben değil, mal olan ben değerliydi. 


Kullanılıp bir kenara atılmış olmanın ezikliği içimi büzerken hayatın acımasızlığına isyan ediyorum. Kalleşler diye avazım çıktığınca haykırmak istiyorum. İçimdeki ses akıllı ol artık eski gücün yok demez mi. Anladım, yaşamda kalmak için vermek, terk etmek zamanı geldiğini. Her geçen gün eksiliyor yaşamımdakiler. 


Zaman vazgeçmiyor kovalamaktan. Aldıkları yetmezmiş gibi bu kez de gücümü azalttı, eskisi gibi çalışmayan bedenimdeki kaslar terketti beni. Doğumumdan bu yana bana hizmet eden organlarım aksamaya başladı. Bazıları tamamen terk etti. Benim yuvadan uçtuğum gibi miydi onların da beni terk edişi.


Önce insan, sonra beden en son da ben terketti birşey kalmadı benden. Kaldıysa hoş seda yankılansın sevdayla.


Takvor Teodorosyan

19.01.2023


RUMELİ HİSARI ANILAR

 Fotoğrafı RUMELİHİSAR AİLEMİZ grubuna göndere Harutyun Kuyumcuyan (21.11.2022)


 


Sevgili arkadaşlar bu sahifeye yükleyeceğim resim için ön bilgi 

Bu resmî bana Kanada’da Hamilton


Ermeni kilisesi yön kurulunda olan ( rahmetli oldu ) Bn. Lidya Aleksanyan verdi . 1944 yılında çekilmiş bu resimde görüleceği üzere mamam ki o tarihte henüz bekar 21 yaşında , yanında ise tahminen 18 yaşllarında Ağavni morak var. Mamamın önünde olan ise bana resmî veren Lidya Aleksanyan var ki mamam onu denize götürür imiş 

Ayk bunu mamasına göstersin resimdeki diğer kişileri hatırlar mı ? 

Ben bn Lidyaya sorduğumda hatırlamadı.

Bn Lidya resımde mamamın yanında


Tamar Güreğyan

Hello Harutyun, çok iyi bir resim

Eğer gözlerim beni yanıltmıyorsa…

Kısa saçlı kız benim mamam

Rozmari Takmaz

Tarihe bakınca daha da emin oldum sanki

Mamam 37 doğumlu resim 44 tarih yani 7 yaş ön dişlerinin olmadığını da görüyorum….

Başka bilgi gelmezse ben %99 eminim

Çünkü mamamın anlattıklarına göre grup da uyuyor rahmetli Diruhi morak, Ağavni morak hep onlarla giderlermiş.


Ayko Hıdırşah (Informasyon Agavni tarafindan)

Sagdan sola

Meline (Aram Garabedyan’in Mamasi)

Arsaluys (Meline’nin kuyrigi)

Rosmari Takmaz

Armen (Ani’nin Mamasi)

Agavni Gedikyan

Diruhi Sahbaz

Nadia Bostanciyan

Kucaktaki cocuk pegruhi


Nışan Gedik

Biraz önce horakımla konuştum,bu resmi hatıladığını söyledi.Hatta kendi kucağındaki çocuğun bizim evde ki kiracının çocuğuyumuş.


Harutyun Kuyumcuyan

Nerden nereye bu bahsettiğim Bn Lida hisarda otururken Kanada’ya göç ediyor ve ben seneler sonra Kanada Hamilton kilisesinde tanışıp sohbet esnasında Hisarlı olup Şahbazın torunu olduğumu söyleyince ertesi hafta bu resmî getirmişti


Ani Haçikyan

Harika bir resim, mamamı tahmin etmiştim çünkü birlikte gezerlermiş, hatta babamın mamamı habersiz  istemeye geldiği gün Diruhi moraklarda eğlence varmış, terzi Ağavni morakın nişanı olabilir, mamam istemeyerek eve gitmiş sonra tekrar dönmüş.. 😀


Harutyun Kuyumcuyan

Sevgili arkadaşlar bu resim bende yaklaşık 6 yıl önce elime geçti 

Şahnar ve arkadaşları tarafından kurulan bu grup sayesinde tüm hisarlılar yan yana geldi hele hele Ağavni morakuyrun sesini işitince bu resim gün yüzüne çıkmasına vesile oldu 

Ben daha önce resimdekilerin kim olduğunu bilseydim 6 yıl beklemezdim

Her neyse herkese nostalji yaşatmış olduysam ne mutlu bana

Arşivimde bazı resimleri de buldukça paylaşacağım


22.11.2022