Yil 2020 Covid19 virüsü Tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Yüz binlerce kişi hayatını kaybetti, kaybetmeye de devam ediyor. Ölenler kendi mezarlarına defnedilmek yerine iş makineleriyle açılan toplu mezarlara alelacele gömülüyor. Görüntülerini izlemek bile ürpertici. O zaman diyorsun "Ölümün bile hayırlısı olsun". Yıllarca birlikte çalıştığım arkadaşımın virüse yakalandığını öğrenince cep telefonundan aradım.
-Abi, hayırdır ne oldu?
-Hayırdır, hayır kötü bir şey yok. Anlatıyor
başına gelenleri;
Eşimin anjiyosu için bir süredir hastanedeydik
Covid19 salgını çıkınca anjiyoyu yapmadan bizi apar topar eve gönderdiler. Eve
geldikten birkaç gün sonra kendimizi iyi hissetmeyince özel hastaneye gittik.
İlaç verip eve gönderdiler. Baktık ki iyi değiliz, daha önce eşimin
ameliyatında bize ilgi gösteren, yardımcı olan devlet hastanesindeki doktoru
aradım. Yardımcı oldu, hastaneye yattık. Sanırım Covid19 u farkında olmadan
anjiyo için beklediğimiz hastanede kaptık. Eşim de bende testlerde pozitif
çıktık. Şimdi tedavi oluyoruz. Her geçen gün iye gidiyor.
-Oh derin bir nefes alıyorum. İyiye gidiyor
dedi ya, iç rahatlığıyla çok geçmiş olsun. Kısa zamanda sağlığınıza kavuşmanızı
dileğiyle kapatıyorum telefonu.
Bir hafta geçmemişti ki aniden kötüleştiğini ve vefat ettiğini, eşinin de yoğun bakımda olduğunu öğreniyorum. Hayır dediği ölüm müydü? bilemedim. Yaşamını ve titizliğini bildiğimden hiç konduramadım. Kabullenemedim bir türlü. Bu ölüm yakışmadı ona diye isyan ediyorum kendi kendime.
Bir yandan da korkuyorum. Virüsü hissediyorum yanı başımda. Virüse yakalanmamanın çarelerini arıyorum. Hiç olmadığı kadar dinliyorum bedenimi. Her noktasından gelen ve her zamankinden farklı olan sinyalleri tüm dikkat ve farkındalıkla hissetmeye çalışıyorum. Bazen de ikileme düşüyorum. Daha önce hiç farkında olmadığım bir şeyi fark edip eskiden nasıldı diye dalıyorum düşünceye. Korku sarıyor bedeni, bazen de olmayan sinyalleri varmış gibi algılıyorum. Ter basıyor vücudumu acaba mı? Telaşlanıp sabunda, sarımsakta, gargarada, ağız spreyinde, tuzda, sirkede, zencefilde, zerdeçalda, kolonyada, arıyorum çareyi. Deniyorum elde ne varsa birden fazlasını hangisi tutarsa hesabı.
İzliyorum dikkat kesiliyorum haberlere yazılanlara çizilenlere. Her dil her kalem farklı anlatıyor virüsün hikayesini. Henüz bilinen bir hikaye değil anlaşılan. En doğru gelen uyarı “Virüse yakalanmamaya bakın, yakalanacaksanız da şimdi değil” oldu. Bilinmeyeni bilmek için zamana ihtiyaç vardı. Virüs yayılma hızına bağlı olarak yasakların ve önlemlerin dozajı artmaya başladı.
Altmış beş yaş üstüne “Evde Kal” kuralı
uygulamaya konunca Mart son haftasından başlayarak yaklaşık üç ayı aşkın bir
süre hiç dışarı çıkamadım. Bir nevi ev hapsindeyim. Virüs korkusu peşi sıra
takılan bir başka korku da çalışmasam kredi kartı borçlarımı nasıl ödeyeceğim endişesiydi. Eşim kızım destek olsa da nereye kadar diye düşünmeden edemedim. En
kötü çok zor durumda kalırsam her zaman desteğini esirgemeyen kardeşim vardı.
Onun da yükü ağır. Neyse şimdi bunları düşünme birinci düşünmen gereken yaşamda
kalabilmek. Düşünerek bir çözüm oluşturamayacağına göre akışına bırak, yaşa gör
diyorum kendime. Farklı şeylere odaklanmaya itiyorum zihnimi.
İlk hafta evde kalarak ihtiyaçların nasıl karşılanabileceği düzenini kurmak ve bu düzene alışmakla geçti. Hizmet alan da veren de acemiydi. Migros sanal marketi arıyoruz. En erken dört gün teslim süresi veriyorlar. Oysaki en yakın Migros bir sokak altımızda. Birkaç sinir bozucu günden sonra işler rayına oturmaya başladı. Zorunlu hallerde eşim kurban oluyor tüm önlemleri alarak kalabalığa kalmadan markete, eczaneye gidip acil ihtiyaçları karşılıyor. Eve gelince giysiler kapı önüne havalanmaya, kendisi de doğru banyoya.
Sonunda zor da olsa çalışır bir düzen oluşturmayı başarabildik. Şimdi hijyen ve bulaşma riskini nasıl sağlayacağımız konusuna odaklandık. Dışarıdan gelenlerin temizliğini ben üstlendim. Adım, kızımın tabiriyle dezenfektancıya çıktı. Marketten gelenleri tek tek bulaşık deterjanı ile yıkıyor, kurutuyor, kaldırıyorum. Ev hijyenini de arap sabunu ve çamaşır suyu ile sağlıyoruz. Bir an şeytan dürtmez mi, bulaşık deterjanı etiketini okumak aklıma geldi. Etikette “Yiyeceklerin temizliğinde kullanılmaması” yazmaz mı. Aldı bir telaş, hemen ilgili deterjanın müşteri hizmetlerini aradım. O da beni ürün sorumlusuna bağladı, endişeyle anlatmaya başladım;
-Merhaba, deterjanı yiyecek temizliğinde kullandım. Etiketinde yiyeceklerde kullanılmaması gerektiği yazılı. Sağlık yönünden sakıncalı bir durum yaratır mı?
-Deterjanı kullandıktan sonra bir sağlık sorununuz oldu mu?
-Hayır, doğal içerikli olduğundan sorun olmaz
diye düşündüm. Etiketi okumadan kullandım.
-Evet, ana madde doğal ancak, köpürmesi için
kimyasallar kullanılıyor. O nedenle kullanmamanızı öneririz.
O günden sonra doğal beyaz kalıp sabun bulaşık
deterjanın yerini aldı.
Kış boyunca boş duran saksılara bir şeyler eksek derken kolay yetişen ve marketten alabileceğimiz arpacık soğanı ekmek geldi aklımıza. Öyle de yaptık. Ektik soğanları çiçek saksılarına. Can sularını verdik. Artık yeni bir uğraşımız olmuştu. Her sabah bakıyor, merak ediyor, gelişimini izliyoruz. Filizlendi, büyüyor, büyüdü, çok uzadılar derken kısa sürede hasat almaya başlıyoruz. Artık salatalarda kendi yetiştirdiğimiz yeşil soğanları kullanıyoruz. Hoşumuza da gidiyor doğrusu. Uzun süre kullanabilmek için köklerinden çıkarmak yerine yapraklarını ihtiyacımız kadar keserek kullanıyoruz. Yaklaşık bir ay idare etti bizi. Ekmeği evde yapmaya başladık. Zor yaratıcılığı köpürtüyor.
Takvor Teodorosyan
11.03.2022