RUMELİHİSARI ANILARI (SU)
Çocukluğumdaki yaşamla, bugünkü
yaşamı kıyasladığımda aradaki farka inanamıyor insan. Su
hayat kaynağımız, en temel ihtiyaçlarımızdan. Bir zamanlar suyu elde etmek
oldukça zordu. Zor olduğu için de kıymetliydi. İdareli kullanıyorduk. Suyu
gereksiz kullandık mı yerdik paparayı.
Çarşı (Sahil) dışında
Rumelihisarı’nda şehir suyu şebekesi yoktu. Sadece Robert Koleje ve Meydan
Mahallesindeki Amerikalıların oturduğu evlerde Bebek’ten su ve havagazı
bağlantısı vardı. Su ihtiyacımızı kaynak sularının beslediği çeşmelerden,
kuyulardan, sarnıçlardan sağlardık. Susuz kaldığımızda kuyusu olan komşulara
rica eder onların kuyularından su taşırdık. Halı, yün yıkanacak ise kuyuya yakın
bir noktada bu işi yapmak uygun olurdu.
Sonraki yıllarda belediye belirli
yerlere şehir şebeke suyu ile beslenen (Terkos) çeşmeleri inşa etti. Sakalar bu
çeşmelerden evlere su taşır oldular.
Şahabettin, Mehmet Ali ve Hasan
üç sakamız vardı. Her sakanın kendi müşterisi ve sorumluk alanı (Mahallesi) bulunurdu.
Sakalar eşekle su taşır, sağlı sollu ikişer teneke taşıyan tahta kasaları semere
yüklerler, tenekeler düşmesin diye de zincir veya demir kanca ile su tenekeleri
emniyete alırlardı.
Şahabettin kendi evinin yanındaki
ahırda, Hasan ise Halimpaşa sırtında denize nazır eski bir kalıntıyı ahır
haline getirmişti. Sakalar iş durumuna göre bir, iki bazen de üç eşek ile su
taşırdı. Sakanın elinde bir sopa eşekler arka arkaya birbirine bağlanmış tek
sıra halinde kervan misali yol alırlardı. Bazen eşeklerin inadı tutar çekiştirmelere,
kakmalara, sopalamalara aldırmaz
gitmemek için direnir, zorla yola koymak mümkün olurdu.
Saka getirdiği suyu kaplara ya da
bodrum katta bulunan varile doldurur, biz de bu suyu el tulumbasıyla çatı
arasındaki varillere aktarırdık. Çatı arasından dışarıya çıkan taşma borusundan
su aktığında varilin dolduğunu anlaşılırdı. Bu işlem ilk başlarda eğlenceli gibi
olsa da çoğu zaman zorunluluktan yapılır, angarya gelirdi. Çatı arasındaki variller
doldu mu tüm musluklarımızdan şehir şebeke suyuna bağlanmışız gibi suyumuz
akardı.
Salih Bey sokaktaki evimizde de
benzer bir düzeneği bahçedeki kuyuya emme basma tulumba yerleştirerek oluşturmuştuk.
Sonraları el tulumbasının yerini elektrikli emme basma tulumbalar aldı.
İçme sularımız cam şişe
damacanalarda (Çubuklu, Kanlıkavak) mavnalarla sahile gelir sakalar buradan dağıtım
yaparlardı. Neredeyse her evde toprak, içi sırlı su küpleri bulunurdu. İçme suyunu
küplere doldurur. Küpün ağzı tahta bir kapak ile kapanır üzerine beyaz dantelli
örtü serilirdi. Küpten su alınacaksa sadece o iş için kullanılan maşrapa ile su
sürahilere aktarılırdı. Su küpte dinlenir tortu varsa dibine çökerdi. Tortuyu
temizlemek için belirli aralıklarla küpü tamamen boşaltır, yıkardık. Küpte
dinlenen suyun lezzeti bir başka olurdu.
Babaannemin Şair Nigar İlkokulu
karşısında oturduğu ahşap evde sarnıç vardı. Mal sahibinin eski eşyalarına
bekçilik yapan sarnıç odasının altını tamamen sarnıç kaplamıştı. Çatıdan akan
yağmur suları burada toplanır, gerektiğinde kovayla çekilir kullanılırdı. Buzdolabı
olmadığından yazın kova içine koyduğumuz karpuz, kavun, rakıyı soğuması için sarnıçtaki
suya sallardık.
Kuyudan su çekmek kol kuvveti ve
beceri ister. Kuyuların üzerine yerleştirilmiş makara şeklinde silindir tambur,
kimisinde çıkrık ya da makara sistemi bulunurdu. Bazılarında ise hiçbir düzenek
olmaz doğrudan ipe bağlı kovayı sallardık kuyuya. Her kuyunun yanında düşen
kovayı çıkarmak için farklı şekil ve boyutlarda dövme demirden kanca grubu
asılı olurdu. İp kopup kova kuyuya düştüğünde, ipin ucuna bu kancalar bağlanır,
rastgele birkaç hareketle su içindeki kova yakalanmaya çalışılırdı. Kuyu ağızlarında
genelde beyaz mermerden ağızlar bulunur, iş bitince de emniyet için kapak
kapatılırdı. Kuyunun çok kullanıldığını ipin mermer üzerinde bıraktığı izlerden
ve o izlerin derinliğinden anlaşılabilirdi.
Eski zamanın zorluklarını ve izlerini
taşıyan mermer kuyu ağızları son zamanlarda antika değeri kazandı. Bahçelerdeki
bağırlarından koparılarak çalınır, para eder oldu. Villaların salonlarında
sehpa, bahçelerinde dekor oldular. Onun yaşanmışlıklarını hissedemiyorsa bakanlar bir süs, bir dekordan öte olmaz.
ÇUKUR BOSTAN ÇEŞMESİ

ARPACI EMİN ÇEŞMESİ
Arpacı Çeşmesi sokakta olup, suyu
kireçli olduğundan “Acı Çeşme” diye de bilinir. Mahalledeki müdavimleri ve birçok
mahallenin kesiştiği noktada olması nedeniyle oldukça kalabalık olurdu.
Çeşmenin koruyuculuğunu Lütfiye hanım üstlenmişti. Lütfiye teyze çeşmenin üst kısmındaki
eski ahşap evde oturur, evinin penceresinden çeşme başında olup biteni seyrederdi.
Gerektiğinde müdahaleden, kavgadan kaçınmazdı. Çoğu zaman çeşme başında olur, bir
şeyler yıkar ya da çevredeki komşularla, yoldan gelip geçenle sohbet ederdi. Eli
belinde, topluca bir hanımdı. Babamla çok kibar ve saygılı konuşurdu. Çeşme
başında sıra kaptınız, başkasına haksızlık yaptınız, çeşmeye zarar verdiniz ya
da pis bıraktıysanız kim olduğu fark etmez ağzına geleni söyler küfrü basardı. Bir
de gür sesi vardı ki yedi mahalleden duyulurdu. Daha olmadı belediyeye şikâyet
ederdi. Kendine özgü tavrı ve mahalleyi sahiplenmesi ile renkli bir kişilikti.
Yol yapım kazıları sırasında suyu
çeşmeye taşıyan boruların pişirilmiş kil künkler olduğunu gördüğümde beni
hayrette düşüren, toprak künklerin pürüzsüz, parlak ve çok düzgün bir döküm olması ve
birbirine geçme oluşuydu. Kim bilir bu künkler nerelerdeki suyu bu çeşmeye taşıyordu.
Yol yapımı sırasında özen gösterilmeyen bu künklerin bir kısmı hasar gördü. Hasar gören kısımları kiremit, taş parçası ve harç ile tamir etmeye çalıştılar. Bu yamalama onların ilk
yapıldığındaki pürüzsüz döküm ve işçiliğe hiç yakışmamış, eskinin ustalığı ve sorumluluğu ile şimdinin arasındaki yaklaşımı ve sorumsuzluğu, baştan sağma iş yapmayı ortaya koyuvermişti.
Sonraki yıllarda yapılan yeni
binaların da fosseptikleri kanalizasyon sistemine bağlanmaya başlayınca çeşme
suyuna kanalizasyon karıştığı dedikodularının başlaması çeşmeye ilgiyi azalttı.
Yol çökmesi ve tekrarlanan yol tamirleri için yapılan kazılar sonunda kanallar
bozuldu, körlendi, su gelemez oldu. Kuruyan çeşme halen bir sembol olarak
yerini muhafaza ediyor.
İBRAHİM EFENDİ ÇEŞMESİ (Miladi: 1732)
Hisar yokuşunun orta kısmında yer
alır. Bu çeşme yokuş üzerinde olduğundan daha çok çevredekiler ve sucular
kullanırdı.
Kaynak:http://www.suvakfi.org.tr/detay.asp?id=785
Rumelihisarında Ali Pertek Caminin yukarısında Arpaçı Çeşmesi sokakta bulunan
bu çeşme , kesme taştan klasik tarzda yapılmıştır. Sivri kemerinin altında ufak
bir ayna taşı ve tas koymaya mahsus iki hücresi vardır. Hazne duvarları sıva
ile örtülmüş ve bu sıva yer yer dökülmüştür. Teknesi esas şeklini kaybetmiştir.
Suyu kesiktir. Kemerinin üzerindeki kitabe şöyledir:
“Didim
atşâna izzî resm-i osmaniyle tarihin”
“İç
İbrahim Efendi çeşmesinin mâ sana zemzem” ( Hizcri: 1145)
Çeşmeyi
yaptıran İbrahim Efendi’nin kim olduğu öğrenilemedi.
ÇEŞME (Mektep Sokak)
Bu çeşmede arkasında su toplama haznesi
olan halen de suyu akan bir çeşmedir. Çeşme gri yüzlü ve birçok yeri duvar
yosunları ile kaplıdır. Üzerinden de böğürtlen çalıları ve yabani sarmaşıklar
sarkar. Meydan Mahallesinden inen yol ile Mektep sokağın kesiştiği noktada yol
kodundan yüksektedir. Önünden sahile inen Arnavut kaldırımlı yol birçok fotoğrafçıya
ve ressama konu olmuştur.
Sahildeki Ali Pertek Cami önündeki çeşmedir. Orijinal halini hatırlamıyorum. Çeşme yenilenip,
Terkos suyu bağlandıktan sonra sucuların su taşıdığı önemli bir çeşme oldu.
Denizden çıktıktan sonra evin
yolunu tuttuğumuzda elimizi, kafamızı, ayağımızı yıkadığımız, deniz kenarında
bulunduğumuzda susuzluğumuzu giderdiğimiz, sandalla uzun süreli denize
açılacağımız zaman meyve, salatalık, domates yıkadığımız çeşmeydi.
BANYO (YIKANMA)
BANYO (YIKANMA)
Banyo köşesine yerleştirilmiş,
beton ocak üzerine oturtulmuş, büyük bakır kazandaki su odun, tahta parçaları,
çalı çırpı yakılarak ısıtılırdı.
Yıkanma suyu sıcaklığı mermer kurnada
arzu edilen sıcaklığa göre ayarlanır, ayağımızın kaymaması için tahta takunya
giyilirdi. Alçak tabureye oturulur, kurnadaki suyu hamam tası ile baştan aşağı dökerek
yıkanırdık. Yıkanırken sıcak suyun ziyan olmaması ve bir sonra yıkanacak
kimseye de yetecek sıcak su bırakılmasına özen gösterilirdi. Banyolar yanan
odun ateşinin sıcaklığı ve buharla ısıtırdı. Yıkanma uzun sürmüş ve kazanın
altındaki odun azalmış ise biraz titreme durumları yaşanır, gidermek için
üzerimize biraz sıcak su dökerdik.
Sıcak su durumuna göre banyo
yapmaya arka arkaya girilirdi. Su soğumuşsa sıranız gelse de suyun ısınmasını beklemek
durumundaydık.
Banyo yapmanın bir başka yolu da
Robert Kolej’e gitmekti. Orada kalorifer ve sıcak su kömür kazanları
ile sağlanıyordu. Güvenlik noktasındaki çalışanları tanır ya da orada çalışan tanıdığımıza
gideceğimizi söyler, sonra da duşların olduğu banyoya gidip bol ve sıcak su ile yıkanırdık.
Kadıköy’e ananeme gittiğimizde
bol su ile yıkanma fırsatı bulurduk. Onun banyosunda kazan yerine yine odunla
ısınan silindir seklinde bakır termosifon vardı. Termosifonun ortası baca gibi
olduğundan alt kısımda yanan odunun çıkardığı ısı termosifonun ortasından yukarıya
bacaya gittiğinden su daha çabuk ısınırdı. Sıcak su kullanımı çok olduğunda
onda da bekleme sorunu olurdu. Burada tek ayrıcalık şehir şebeke suyu ile bolca
yıkanmaktı. Sevmediğim bir tarafı ise siyah çimentolu mozaik klasik hela
taşı üzerindeki ayak basma yerlerine denk gelecek şekilde hamam taburesi koyup
hela taşı üzerine oturarak banyo yapmaktı.
Takvor Teodorosyan Ağustos/2015