8 Temmuz 2017 Cumartesi

VAPUR YOLCULUĞU

Vapurun yan güvertesinde açıkta oturup rüzgarın serinliğini, denizin kokusunu hissederek yolculuk yapmak istiyorum. Deniz parıltısı ile bir o yana bir bu yana baktırıyor, bazen kamaştırıyor gözleri, deniz oynaşıyor adeta karşımda, bazen coşkun bazen fırtınalara gebe sakin ve sessiz pusuya yatmış bir canavar. Kısa bir düdükle vapurun kalkış zamanı geldiğini hatırlatıyor kaptan. Güçlü bir makine sesi ardından uskurun çıkardığı bir gürültü ile biri içinde yuvarlanan güçlü dalgalar kıç tarafında köpürüyor. Bir süre bakıp dalar gidersiniz bu dalga yumaklarına anlamsızca boş bakışlarla. Ses ve hareket çeker bakışları içine, kimi hayallere kapılır kimi güce hayran kalır. İlk hareket için güçlü bir itiş, sonrası süzülüyor vapur yavaştan hedefine. Tam yol ileri artık hareket başlamıştır vapurda, denizde, havada, insanda o anda var olan her şeyde. 


Dalgaların inişli çıkışlı sesleri titreştiriyor yüreği. Rüzgar saçları karıştırırken ruhu açıyor, serinletiyor teni. Oluşan köpükler, duygular misali ortaya çıkıp yayılıyor, yavaşça kayboluyor sessiz sedasız uzaklarda, hiç ortaya çıkmamış gibi.

Gökyüzünün süsü martılar, vapurun etrafında sesleri ve hareketleriyle dolanıp duruyorlar. Bekliyorlar atılacak bir simit parçasını kapmak için. Hücum ediyor birçoğu, telaş kavga kargaşa bir lokma simit için. Nasılda çevikler, refleksleri çok güçlü inanılmaz hamlelerle güverteden atılan simidi kapabiliyorlar denize düşmeden. Birinin kaptığı düşünce gagadan bir diğeri kapıyor kendine gülen fırsatı. Denize düşen varsa oda balığın nasibi oluyor. Sonunda buluyor lokma doyuracağı uygun boğazı. Bazen bırakıyorlar kendilerini teslimiyetçi ve korumasızca vapurun yarattığı hava kanalına, süzülüyorlar tüm güzellikleriyle kendilerini sergilercesine.

Gözüm denize odaklanmış, dalıp gitmiştim vapurun denizi yarışına. Deniz bizim ters yönümüze doğru hızla akıyordu sanki. Giden biz miyiz? Deniz mi? diye sordum kendime.
-Deniz hep var, giden biziz.
-Oradan bir ses; Aynı zaman gibi değil mi? Zaman da hep var, deniz de biz onların içinde bir yolcuyuz.
-Yolcu olduğumuz doğru. Vapurun bir hedefi var ya bizim?
-Bizim hedefimiz ne? Zor bir soru doğrusu. Buna yanıt bulabilen pek olmamış sanırım. Bulabilenler de yakıştırıyor bir şekilde kendilerince.
-Yine o ses; Hedef neyi seçtiğine bağlı, neyi seçersen onu yaşıyorsun.

Takvor Teodorosyan

08.07.2017

ANNELER GÜNÜ

İlkokula gittiğim dönemlerdi. Bugün anneler günü anneme bir armağan vermek istiyorum. Ancak, bulunduğumuz yer nedeniyle alışverişe gidebilecek bir durumum olmadığı gibi, armağan alacak param da yok. Hediyelik alış verişler için Beşiktaş’a ya da o zamanın değimiyle İstanbul’a yani Eminönü’ne gitmek gerekirdi. Önceden düşünmüş olsam büyüklerimden yardım isteyebilirdim. Ama bunu da çekingenliğimden söyleyemezdim.


Her zaman olduğu gibi kahvaltıdan sonra arkadaşlarımla oynamak üzere bahçeye çıktım. Evimizin arkasındaki kırlık alandan yukarıya iki ulu fıstık çamının bulunduğu tepeye doğru güle oynaya şakalaşarak çıkıyoruz. Kırların üzerinde yuvarlanıyor, baharı hissediyoruz bedenimizde. Kuzukulağı bitkisine rastlamışsak koparıp çiğniyoruz. Ağzımız buruluyor ekşiliğinden, salyamız sulanıyor. Yine de seviyoruz yemesini. Kış uykusundan uyanan doğa, davetkar bir şekilde rengarenk çiçeklerini serpiştirmiş yeşil örtüsünün üzerine. Baharın ilk müjdecilerinden papatyalar kümeler halinde, papatya tarlası gibi süslüyor kırları. Tepeye vardığımızda soluklanmak için denize nazır oturduk çamların altında. Kimi pisipisi otu sapından düdük yapmaya, kimi çam ağacı kabuklarını yontarak yelkenli yapmaya koyuldu. Bense papatyaları seçmiştim. En güzellerinden ve sapı kalın olanlardan bir miktar topladım. Saplarını kısalttım. Çam ağacının sivri ve ince yaprakları ile papatya saplarına küçük bir yarık açarak bir sonraki papatyayı o yarıktan sokup birbiri ardına dizerek papatyalardan taç yaptım.  

Bir şey yaratmış olmanın heyecanı ile koşarak eve gittim. İçim içime sığmıyordu. Heyecanla kapıyı çaldım. Bak mama, anneler günü için sana papatyalardan taç yaptım. Sıkıca sarıldık birbirimize.

Takvor Teodorosyan

13.05.2017

7 Temmuz 2017 Cuma

BUGÜN ŞANSLI GÜNÜMDEYİM

Otobüsün ön sağ tarafında ikişerli, karşılıklı oturma koltuklarından gidiş yönüne bakan koltuklardan koridor tarafında oturmuş kitap okuyorum. Yanımdaki -cam kenarında oturan- yolcu durakta indi. Güneş vurduğu için boşalan yere geçmedim. Karşımızdaki iki koltukta da yolcular oturuyor.


Bir sonraki duraktan siyah pantolonlu, kırmızı üzerine iri dal çiçek buluzlu, sapları siyah dantel desenli koyu güneş gözlüğü, sallantılı küpeleri ile kırmızı yanaklı tombul bir bayan paldır küldür, çarparak dörtlü koltuk grubu arasından yanımdaki boş koltuğa gökten düşercesine bıraktı kendini. Bir an ne olduğumu şaşırdım. Bayanın gövdesi ile koltuk kolu arasında sıkışıp kalmıştım. Sıkışıklıktan bir nebze kurtulabilmek için koltuk kolunu yukarıya kaldırıp, sola doğru kaykıldım. Yerleşmesini beklerken, bayan söyle hafifçe poposunu kaldırdı, geçiş bir kalça hareketi ile bir sağ bir sol yapıp yerleşti koltuğa. Tam şükür yerleşti derken, çok önemli bir şey arıyormuş gibi başladı çantasını karıştırmaya. Bir yandan eline dolanan cep telefonunun kulaklık kordonundan kurulmaya çalışıyor bir yandan da harmanlıyor çantayı. Bu arada dirsek darbelerinden nasibimi alıyorum tabi ki. Neyse, aradığı pet su şişesiymiş, buldu. Suyunu içti. Çantasını toparladı, kucağına yerleştirdi, derin bir nefes alıp yaslandı koltuğa. Hiçbir şey olmamış gibi sakince kulaklığını taktı. Artık hareket durmuştu. Ben de ineceğim durağa gelmiştim.

Takvor Teodorosyan

06.07.2017