
Bir başka kaybettiğimiz şey de “V” şeklindeki sandal yanaşma
merdivenleridir. Sandal, sahildeki bu merdivenlere yanaşır “V” nin ortasındaki
sahanlığa inilir istenilen istikamette sağdaki ya da soldaki merdivenlerle sahile
çıkılırdı. Şimdilerde ise kazara denize düşenin kolaylıkla sahile çıkabilmesi
için çareler aranır oldu.
Karpuz kabuğu artık her mevsim
denize düşebilsede benim çocukluğumda büyüklerin söylemi ve
alışkanlığı “Karpuz kabuğu denize
düşmeden denize girilmez” denirdi. Haziran ayının ikinci yarısından sonra
denize girmeye başlardık. Deniz mevsimini erken açanlarda vardı tabii ki.
Babam denize götürecek diye hafta sonlarını
iple çekerdim. Annem beni hazırlar, ama denize gelmezdi. Gelecek olsa da etraftan
çekindiğinden denize girmez bizi seyrederdi. Evden çıktığımızda, kapısının
önünü süpüren, penceresinden bir şeyler silkeleyen komşularımızla kısa
sohbetler yapılır, hal hatır sorulurdu. Komşu
“Bizim çocukta istiyor sizinle gelsin” der çocuk bize dâhil olurdu ya da “Çarşıda,
bizim beyi görürseniz söyleyin, gelirken ekmek getirsin” mesajını yollardı. Kadıköy’de
oturan Teyzem bizde kalıyorsa o da bizimle beraber gelirdi. Teyzemle, aramızdaki
en büyük sorun körüklü Kodak fotoğraf makinesini kimin taşıyacağıydı. Bu yüzden
sürekli tartışırdık.
Sahile
indiğimizde, rastladığımız tanıdıklar ile selamlaşır, ayaküstü sohbetler yapılırdı.
Ben de biran önce havuza gitmek için sabırsızlanır mızmızlanırdım.
Havuz, eski bir balıkçı barınağı, bir kenarı asfalt yolun duvarı,
yan ve ön kısım beton blok, sağ tarafı ise kayıkhaneydi. Sol tarafta su akımı olması için bir delik bırakılmıştı. Havuzun kayıkhane
tarafı sığ olup, diğer tarafa doğru hafifçe derinleşirdi. Tabanı irili ufaklı
taşlıydı. Deniz tarafındaki duvarda bir sandal girecek kadar açıklık vardı. Havuz,
yüzme bilmeyenlerin, çocukların vazgeçilmez mekanıydı. Yüzme bilenler havuz
kenarındaki beton blok üzerinden boğazın derin, akıntılı, serin sularına atlar,
yüzerek havuz ağzından ya da kalelerin önünden karaya çıkarlardı. Birtakım
figürler yaparak, bağırarak denize atlayanları seyrederdik. Birçok kişi yüzmeyi
bu havuzda öğrenmiştir.
Elbiselerimizi ve eşyalarımızı kayıkhanedeki bir sandalın
içine yerleştirir, doğru denize koşardım. Girdim mi çıkmak bilmezdim. Uzun süre
suda kaldığımda titrer, dudaklarım morarırdı. Babamın dışarı çıkıp güneşlenmek konusundaki uyarılarını dikkate almaz “Baba birazcık daha, ne olur biraz daha..”
larım bitmek bilmezdi. Dışarı güneşlenmek için çıktığım zamanları fırsat bilen babam beni
birilerine emanet eder ya da sıkı sıkıya kendisini beklememi tembih ederek
yüzmeye giderdi. Onun, atlamasını ve kulaç atışını hayranlıkla izler onun gibi
olmaya özenirdim.
Behzat (Güç) ağabey beni sırtına
alır derinde yüzdürür, cesaret kazanmama yardımcı olurdu. Havuzda yüzmeyi öğrendim, ama derinde
tek başına yüzmeye cesaret edemiyorum. Amcam bir gün dayanamadı. Bu böyle olmaz
deyip beni tuttuğu gibi havuz başından derine fırlattı. Babam endişeli, amcam
gözü pekti. Korku ve heyecanla başlayan bu deneyimden sonra derin sularda
yüzmeye başladım. Kulaç atmaya gerek kalmaz, akıntı istediğiniz yere kadar sürüklerdi.
Havuzun üst tarafında büyük demir ışıklı çapa panosu üzerinden balıklama denize atlayanları hayranlıkla izlerdim. Bu tür bir şeye ne imrendim ne de cesaret ettim. Bu atlayışlar çok riskliydi. Nitekim bölgeyi bilmeyen kişilerin balıklama atlayarak kafasını dipteki kayalara çarparak ya da gelişigüzel denize atılmış inşaat demirlerine saplanarak hayatını kaybettiğini çok duymuşuzdur.
Havuzun üst tarafında büyük demir ışıklı çapa panosu üzerinden balıklama denize atlayanları hayranlıkla izlerdim. Bu tür bir şeye ne imrendim ne de cesaret ettim. Bu atlayışlar çok riskliydi. Nitekim bölgeyi bilmeyen kişilerin balıklama atlayarak kafasını dipteki kayalara çarparak ya da gelişigüzel denize atılmış inşaat demirlerine saplanarak hayatını kaybettiğini çok duymuşuzdur.
Yaz aylarında İstanbul’un farklı
semtlerinden ya da Rumelihisarı ile bir şekilde bağlantısı olmuş yurt dışındakiler
yazlığa gelirlerdi. Kimi yazlık ev tutar kimi de yakınlarının yanına yerleşirdi.
Katılan her kişi gurubumuza farklı bir renk ve hareket katardı. Kızlı, erkekli
farklı yaş gruplarının oluşturduğu yaklaşık otuz beş, kırk kişilik karma bir
topluluk oluşur, birlikte dolaşır, birlikte eğlenirdik.
Kilise tarafındaki mahallelerde oturan
arkadaşlar boynunda havlu grup halinde, ilginç
mimarisi ile dikkati çeken Perili Köşk (Bugünkü Borusan Holding Binası) yanındaki
uzun beton merdivenlerden sahile inerlerdi. Avcı Restoran karşısındaki
kayıkhaneyi mekan tutmuşlardı. Kayıkhane bizlerin denize girdiği, güneşlendiği,
şakalaştığı, oyunlar oynadığı, ortaya atılan bir konu üzerinde hararetli
tartışmaların yapıldığı bir mekandı.

Kayıkhane dışında yüzdüğümüz
yerler Çapa’ların yalısı ve Saray (Zeki Paşa Yalısı) önüydü. Yalıların önündeki
yol açıkken kolaylıkla geçip gidiyorduk. Bir ara bu yolu yalı sahipleri kapattı.
Zor da olsa bir şekilde geçiyorduk. Ama sahilin herkese açık olma fikri ve
gençliğin verdiği heyecanla geçişime mani olmak isteyen yalı sahibiyle tartıştığımızda
yalı sahibi bana boğazdan geçen Rus bandıralı bir gemiyi işaret ederek “Senin
gemin geçiyor, sen oraya git” diye bağırdığını unutamam.
Kıyıya yakın geçen sebze,
meyve, su, odun taşıyan büyük mavnaların egzozundan kesik kesik çıkan pata, pata.. egzoz sesleri mavnanın
geldiğini uzaktan haber verir, mavnaya takılmak isteyenler hızlıca mavnaya
doğru yüzer ve kenarlarında asılı lastiklere ya da arkasındaki filikaya takılırlardı.
Zevkli olduğu kadar, tutunamayıp dümen suyuna kayma riski olduğundan mavna
tayfası taşıdıkları ne ise daha çok sebze mavnaları patlıcan, domates,
salatalık ne eline geçerse fırlatır, bağırır, küfreder takılmaya engel olmaya
çalışırlardı. Ama nafile.
Vakit öğleyi geçince, akşamüstü ne yapılacağı planlanır, acıkan karınları doyurmak için evin yolu tutulurdu. Deniz yorgunluğu ve yakıcı güneş altında yokuşu, merdivenleri çıkmak ağır gelir gözümüzde büyürdü. Konuşarak, şakalaşarak, tartışarak çıkıyorsak yokuşu nasıl çıktığımızı fark etmezdik.
Yemekten sonra yapacak bir şey
yoksa, bahçedeki hamakta biraz siesta.
Boğazın bir başka etkinliği de Robert
Kolej’in (Boğaziçi Üniversitesi olmadan önce) her yıl yaz başında düzenlediği yüzme
yarışlarıydı O dönemlerde boğazdan geçen gemi sayısı bugünkü kadar olmasa da
can güvenliği nedeniyle bu yarışmalar sırasında boğaz trafiği geçişe
kapatılırdı. Yüzücüler Kanlıca sahilinden başlar, yarış Rumelihisarı’nda
sonlanırdı. Güvenlik ve gerektiğinde yardım için Türk ve Amerikan bayrağı asılı, beyaz
boyalı sürat tekneleri takip ederdi. Hakemler Rumelihisarı sahilinde
yüzücüleri bekler, finişe varan yüzücüler derecelendirilirdi. Halk sahil
şeridinde toplanır yarışmayı izlerdi.
Yarışmalar özel olduğundan biz katılmadık. Aynı rotayı takip ederek boğaz geçişini bizde amatörce ve sandal refakatinde gerçekleştirmiştik.
Takvor Teodorosyan Kasım/2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder