7 Ağustos 2015 Cuma

HALİM PAŞA KORUSU

RUMELİHİSARI ANILARI (HALIM PASA KORUSU)

Genellikle Deli Bey’ in esrarengiz evinin geniş bahçesi altındaki toprak yolu takip eder yıkık duvarları geçtikten sonra Halim Paşa Korusuna varırdık. Bizi asırlık meşe, çınar, söğüt, defne ve çam  ağaçları karşılardı. Ağaçların arasında kalan büyük toprak saha iddialı maçlara, turnuvalara, yarışlara, şenliklere sahne olurdu. Bunun dışında set üstünde Küçük Sahamız vardı.

Baltalimanı yönüne doğru uzanan iri kaya taşlarla döşeli kıvrımlı yol bizi önce taş ocaklarına daha sonra da süngerli köşke ve korucunun evine götürürdü. Yoldaki taşlar arasından çıkan otlar, çiçekler, dökülen çam yaprakları bu yoldaki yaşanmışlıkları gizler gibiydi. Ağaçların altını birbirine geçmiş çalılıklar, nefti yeşil kokinalar ve kırmızı tohumlu sarmaşıklar süslerdi.

O zamanlar faaliyette olan taş ocakları kıyısına geldiğimizde kayalar ve uçurum ürpertirdi insanı. Bahar aylarında bu bölge katırtırnağı çiçekleriyle bezenirdi. Burnumuza gelen hoş kokusuyla varlığını hissettirirdi. Korunun alt kısmına ulaştığımızda çam ağaçlarının yerini büyük atkestanesi ağaçları alır, yol, kaybolur yamaca karışır, süngerli köşke doğru tekrar görünür olurdu.

Ulu atkestanesi ağaçlarının gövdesindeki çatlamış kabuklar arasında kırmızı üzerine minik siyah benekli kaplan böceklerinin üst üste sık kümeler haline topluca durduklarını ya da sıralar halindeki hareketlerini gözlerdik.

Yamacın sonunda, caddeye yakın korucunun evi, inekleri, kümes hayvanları, bacasından tüten dumanıyla tam bir köy evi manzarasındaydı. Korucunun evi yanında büyük yosun tutmuş yalağa, kaynak suyunu taşıyan kalın demir boru, delercesine çıkmıştı yamaçtan. İçilebilir kaynak suyu buz gibiydi. Halim Paşa korusuna pikniğe geldiğimizde köpekler bağlı ise gerek duyduğumuzda suyumuzu buradan temin ederdik.  Karşı yamaçta yıkıntı halinde dış cephesi çok gözenekli sünger görünümlü taşlarla kaplanmış harabe Süngerli Köşk.


Boğaz tarafına geldiğimizde, Karadeniz çıkışından Vaniköy’e kadar olan muhteşem manzarayı seyredebilirdik. Esen rüzgâr serinliği, tazeliği, canlılığı içimize taşır, manzaraya doyamaz bulunduğunuz yere çöker güzelliğin seyrine dalardık. Delik ve burma gövdeli zeytin ağacı tahribatlara, rüzgâra, zamana direniyordu. Kim bilir nelere şahitlik etmişti. Çok kişi zeytin ağacına ve boğazın güzelliğine kendini katıp, yaşadıkları o anı belgelemiştir. Aşıklar zeytin ağacı üzerine kazıdıkları kalp ve harflerle kendilerinden bir iz bırakmışlar.    

Piknik yapmayı planladığımızda herkes kendine düşen hazırlıkları yapar, yaygımızı, topumuzu, uçurtmamızı, çemberimizi, telden yapılmış arabamızı, salıncak ipini, bisikletimizi alır, konvoy halinde koru yolunu tutardık. Koruya vardığımızda uygun bir ağaç ya da makiliğin gölgesini seçer yaygılarımızı yayar, çimenlerin üzerine serilirdik. Ağaçlardan birine salıncak kurulması olmazsa olmazlardandı. Futbol, kulaktan kulağa, istop, yakar top, saklambaç, yağ satarım bal satarım, birdirbir, uzuneşek, yüksek atlama, uzun atlama vb. çeşitli oyunlar oynanır, kümelenmiş her gruplardan farklı sesler, muhabbetler yankılanırdı. 

Gençlik dönemimizde arkadaşlarla ve büyüklerimizin de katıldığı gruplarla çıkılırdı koruya. Ortaya atılan bir konu tartışılır, oyunlar oynanır, Nişan (Gedik) arkadaşımızın akordeonundan çıkan melodilerle dans eder, kadrin oynanırdık. Koruda gezinenler sarardı etrafımızı. Seyrederler, alkışlarlar coşkumuza coşku katarlardı.
Korudaki bir başka keyfimiz klasik müzik dinlemekti. Futbol sahasının alt kısmındaki hafif meyilli yamaca yerleşir, pilli pikabın kolunu uzunçaların başlangıç boşluğa usulca bırakır, doğa dekoru içinde müzik dinlerdik. Almanya’dan gelen işçilerin beraberinde getirdiği pilli radyolar revaçta, kimi transistorlu radyosunu omzuna yerleştirmiş dinleyerek dolaşıyor, kimi başucuna koymuş dinlerdi.
Soba yaktığımız zamanlar koruya çıkar çamlardan dökülen kozalakları ve kuruyup dökülmüş çam dallarını toplardım. Kozalakları kor olmuş sobanın içine attığımda çatır çutur patlayarak yanışından hoşlanırdım. Soba kapağı açıksa kıvılcımlar dışarı kadar fırlardı.

Koru aynı zamanda av alanımızdı. Yoğun kar yağdığında sapanla çulluk avlamak için koruya çıkardık. Nışan (Gedik) bazen babası Şahin amcanın tüfeğini alır, gözlerimiz çalılar arasından havalanacak çullukları gözlerdi. Genellikle elimiz boş dönerdik. Bizimki kuş avlamak değil hevesti, maceraydı.

Mart ayı, basılmamış yerler karlı. Tabiat yeniden canlanmaya başlamış. Tesadüfen çalıların altında mor kır menekşesi fark ettim. Yaklaşıp elimle çalıları kaldırdığımda birçok kır menekşesinin bir arada olduğunu gördüm. Korunmak için çalı dibine gizlemişlerdi sanki. Bu hava şartlarında bu güzelliğe rastlamış olmak şaşırtmıştı beni. O günden sonra her yıl Mart ayında kır menekşelerini görmek için koruya çıktım. Her sene giderek sayıları azaldı, sonunda rastlayamaz oldum.

Bahar ayında, rengârenk kır çiçekleri, boru çiçekli sarmaşıklar özellikle de beyaz papatyalar koru yamaçlarını süslerdi. Büyük sahanın alt kısmındaki yamaç papatya tarlası gibi olurdu. Kimi bu güzellilerin içine girer fotoğraf çekerdi, kimi papatyalardan sevdiğine taç yapardı.   

Temmuz ayı, bugün Rumelihisarı Surp Santuht Ermeni kilisesinin günü. Rumelihisarı dışından gelenler de oldukça fazla. Kilise bahçesinde, üst üste sıralar halinde konmuş torbalar ve sepetler ayinin bitmesini bekliyor. Kilise bittikten sonra ahalinin bir kısmı kilise bahçesinde verilen ayin yemeğine katılır, bir kısmı da torbasını sepetini alıp Halim Paşa Korusuna pikniğe giderdi. Kilise çıkışı rengârenk kıyafetli, şapkalı, neşeli gruplar şarkılar söyleyerek, naralar atarak koru yolunu tutardı. Bazen kapımız çalınır su isterler bazen de koruya giden yolu sorarlardı. Korunun pazar günü kalabalığına bir de bu gruplar eklendiğinde panayır yeri gibi olur, her bir köşeden neşe, müzik, enerji fışkırırdı.

Yurtdışından ya da ender gelen misafirlerimiz, akrabalarımız geldiğinde evde yenir içilir, karınlar şişince misafirimizi memnun etmek ve Boğaziçi’nin eşsiz manzarasını sunmak için yürüyüşe çıktığımız yerlerden biriydi Halim Paşa Korusu.  

Mayıs ayı teyzem Nadya nişanlısı ile bizi ziyarette gelmişlerdi. Öğle yemeğimizi yedik, kahveler içildi. Eniştem Garbis “Hadi söyle bir çıkalım, dolaştır bizi” dedi. En güzel yerlerden biri Halim Paşa Korusu diye düşündüm. Salih Bey sokaktan yukarı çıktık Boğaz manzarasını seyrettikten sonra Koru içine taş ocaklarına doğru yürüyoruz. Çok sevdiğim katırtırnaklarından ve kokusunun güzelliklerinden bahsettim, size de toplamamı ister misiniz? diye sordum. Onlar dünden razı “sen git biraz topla” dediler. Ben en güzellerinden toplamaya uğraşıyorum. Bir ara baktım ortada yoklar. Elimde kocaman bir demet katırtırnağı ile geri döndüm. Sonradan teyzem gerçeği itiraf etti.  


 Takvor Teodorosyan Mart/2013

2 yorum:

  1. Takvor abi az evvel farkettim blogunuzu ve keyifle okudum..bol bol.yazin lutfen...ve hep yazin...sevgilerimle, takipteyim

    YanıtlaSil
  2. Çocukluğu Rumeli Hisarüstü Mahallesinde geçen biriyim. İlgiyle ve zevkle okudum.. Teşekkürler..

    YanıtlaSil