20 Aralık 2016 Salı

YILBAŞI AĞACI



Annemin sonradan olan kardeşi Lena, dişçiye gitmek durumunda. Lena’nın yokluğunda annemin nöbetini ben devraldım. Bu yıl Mart’dan başlayarak geçirdiği bir dizi ameliyatlar ve hastalıklar annemi yatağa mahküm etmişti. Beklerken hem zaman geçirmek, hem de anneme bir hoşluk, moral olsun düşüncesiyle bodrum katta sıkı sıkıya sarmalanmış eski yapay çam ağacından küçük bir çam oluşturup annemin yattığı yatağın ayak ucundaki sehpaya güzelce yerleştirdim. Çocukluğumda olduğu gibi çam ağacını annemle birlikte süslemeyi planlamıştım. Ne var ne yoku bilmek için ağaç süslerini masanın üzerine serdim. Karton süs kutularının bazıları solmuş, sararmış, ama ta o günlerden bugüne gelebilmişler.

-Anne, eskiden yılbaşı ağacını hep seninle birlikte süslerdik biliyor musun? Bugün öyle yapacağız.
-Aman oğlum,  geçti o günler, kim kaldı ki
-Olsun anne, biz kendimiz için yapıyoruz. Aynı eski günlerde olduğu gibi.

Annem sessiz ve tepkisiz bakıyor. Ben bir yandan süsleri ağaca yerleştiriyorum.  Beyaz elbiseli, beyaz beresinin kenarları mavi bordurlu bir bebeği ağaca astım. Annem sessizliğini bozdu.

-Biliyor musun? Bu senin ilk oyuncağındı.
-Öyle mi? Haa. Evet, bunu anımsadım. Ama, ilk oyuncağım olduğunu bilmiyordum.

-Bu kez elimdeki bir noel baba, bak bu da eskiden kalma anne, çocukluğumdan kalan oyuncaklar bunlar. Ağaca astıklarım ağaç süsleri değil anılarımdı, çocukluğumdu. 
-Annem; Evet, bir kısmı esiden kalanlar bir kısmı da benim uydurduklarım.
-Uydurmuşsun ama güzel şeyler, yaratmışsın.

Bu kısa konuşmalardan sonra annem, yattığı yerden orası boş kaldı, onu oraya değil şuraya koy, aynı renkler yanyana geldi, onu koyma gibi talimatlarla bana katılmaya başladı. Onu da oyunun içine çekmeyi başarmıştım sonunda.

-Annem; Duygulu bir sesle, Biliyormusun? Biz yeni evlenmiştik. Baban beni Eminönü’de bir mağazaya götürdü. Çok büyük bir mağazaydı “Madlen beğendiğin, istediğin ağaç süslerini alabilirsin dedi.” Benim ağaç süslemeyi sevdiğimi biliyordu. Zaten evlenecek yaşta da değildim ki. Çocuk sayılırdım.

Geçirdiği bunca hastalıklar sonrası, kendi evinde olduğu halde evinde olmadığını sanan, birçok şeyi  karıştıran, anımsamayan annem neleri hatırlamıştı.

Bir an duraksadım; sıradan olan şeylerin geçici olarak zihnimize, duygu yüklü olanların ise ruhumuza kazındığını düşündüm.

Aralık/2016

Takvor teodorosyan

8 Aralık 2016 Perşembe

İNSAN NE İLE YAŞAR

Geçenlerde her sabah olduğu gibi Beşiktaş vapuruna bindim. Genelde oturacağım yeri seçerim. Kendime yakın hissettiklerimin bulunduğu yere oturur, kitabımı çıkarır okurum. Her zaman tutmasa da genelde etrafımdakiler de benzer davranışlarda bulunur. O günde mütevazı, sade giyimli bir genç kız cam kenarına oturmuş bir şeyler yiyor. Koltuğa dayalı siyah kaplı bir müzik aleti kutusu, keman olduğunu tahmin ediyorum. Ben de karşısına oturdum. Kitabımı çıkarıp okumaya başladım. Kız yeme işini bitirdikten sonra çantasından bir kitap çıkardı. O da okumaya koyuldu. Kitabın yazarı ve adı ilgimi çekti. O an bu kitabı benim de okumam gerektiğini düşündüm. Gün her zaman olduğu gibi geçti gitti.



Dün akşam kitapçıdan kitabı aldım. Okumaya başladım.  İnsanda ne var? İnsana ne verilmemiştir? İnsan neyle yaşar? Cevaplarıyla karşılaştım. İyi ki o kızın karşısına oturmuşum. Bu soruların cevabını düşünün isterseniz. 

Takvor Teodorosyan
Aralık/2016

7 Temmuz 2016 Perşembe

BAROK KONSERİ

İstanbul’un tarihi kiliselerinde klasik müzik konserleri verildiğinden haberdar olduğumda fikir çok hoşuma gitti. Benzer konserleri daha önce Topkapı Sarayı bahçesindeki Aya İrini kilisesinde, Galatasaray’daki St. Antuan kilisesinde dinlemiştim. Bu mekânların gerek akustiği, gerekse mimarisi insan üzerinde farklı bir etki bırakıyor. Daha dikkatli ve özenli davranmak gerektiği gibi bir hissiyat yükleniyor insana.


Bu kez konser, küçük şirin görünümlü All Saints Moda Kilisesinde. Kilise 19. ve 20. Yüzyılın başlarında ticaretle uğraşan İngiliz ailelerden Moda’da yaşayan Whittal ailesinin girişimi ve diğer katılımcıların da katkılarıyla Kırım Savaşı sonrası 1878 yılında mimar G.E Street tarafından inşa edilmiş. Mimar, aynı zamanda Tünel’de, İsveç Konsolosluğu binasının arkasında bulunan ve Crimean Memorial Anglikan Kilisesi’nin de mimarıymış. Kilise, günümüzde de İstanbul Presbiteryen Kilisesi  cemaati tarafından ibadethane olarak kullanmaktadır.  Küçük bir bahçe içinde ahşap ve beton karışımı farklı bir mimaride inşa edilmiş. (1)

Konserden yaklaşık yarım saat önce kilise önünde eşimi bekliyorum.  Bahçe girişinde sağ tarafında özel güvenlik kontrol noktası, sol tarafında ise broşür ve bilet satış bankosu oluşturulmuş.  Orta yaş üstü bir bey, yanında birkaç kişi ile geldi. Rezervasyon yetkilisine;
-Tuvalet var mı? 
-Tuvalet arızalı beyim, ancak yakın yerlerde kafeler var. Oralarda ihtiyacınızı görebilirsiniz.
Adam çaresiz etrafta kafe aramaya koyuldu.

Konser saati yaklaştıkça gelenlerin sayısı da artmaya başladı. Düzgün bir yer kalmayacağından endişe etmeye başlamıştım. Bayanlar sık, bakımlı, zarifler beyler de bayanlara uygun şıklık ve kibarlıktalar. Konserin başlamasına kısa bir zaman kala eşimle buluştuk. Bilet kontrolü ardından küçük bir sahanlıktan geçtikten sonra kilise içindeydik. Sağlı solu rahat dört kişinin oturabileceği ahşap kahverengi boyalı bankolar muntazam bir şekilde sıralanmıştı. Bunlar, normal zamanda kiliseye gelen cemaattin oturduğu tahta sıralardı. Bankoların baş tarafına plastik birer sandalye kondurulmuştu. Plastik sandalyeler bu dokuya hiç yakışmamıştı. Bu yaklaşımdan hiç hoşlanmamıştım. Oturma yerleri numarasız. İki kişilik yan yana oturabileceğimiz yer bulamadığımızdan ayrı yerlere oturmak durumunda kaldık. Bu çok ta sorun değildi bizim için. Oturma yerleri tamamen doldu. Boş kalan birkaç yere de plastik sandalyeler eklendi. Organizasyon firması dört kişilik Bankoların beş kişilik olduğunu savunarak birer kişi daha sığdırmaya çalışıyordu. Organizasyon yetkilisi bankoların beş kişilik olduğunu savunduğundan itirazlar boşunaydı. Aksini savunacak bir durum yoktu elde. Beş kişi oturan bankolar oldukça samimi bir şekilde oturmak zorunda kaldılar. Araya sokuşturmalar, kırpışmalar, yer değiştirmeler sonunda konser grubu yerlerini almaya başladı.

Konser başlamak üzere, ortamı hissetmeye müziğe kendimi bırakmaya niyetliyim. Gelmeden önce zihnimde oluşturduğum ortamı yakalamayı istiyorum. 

Seslendirilecek olan eser Johann Sebastian Bach “Kahve Kantatı”. Eser, 1732-1734 yılları arasında aşağılık sınıfın içkisi olarak kabul edilen kahveyi Leipzig soylularına sevdirmek için yazılmış bir hikayeden uyarlanmış. Genç bir kız olan Liesgen’in kahveye olan düşkünlüğü, babası Schlendrian’ın ise onu tehdide varan uyarılarla vazgeçirmeye çalışması anlatılmakta.

Kısaca Hikaye; Kızının kahve içmesine kızan baba, çocuklara söz geçiremediğinden yakınır. Kızını kahve içmemesi için azarlar. Kız, kahve içmezse sıkıcı bir insana dönüşeceğini, kahvenin tadını çok lezzetli bulduğunu anlatır. Öfkeli baba, kızını partilere, yürüyüşe göndermemek, istediği giysileri almamakla tehdit eder. Kız umursamaz. Baba tehditlerini arttırır. "Kahve içmeye devam edersen asla bir kocan olmayacak. Bunu kafana koy" der. Koca lafını duyan kız "Tamam" der. Gizlice etrafa haber salar. Kendisinin kahve içmesine izin verecek birini eş olarak kabul edecektir. Sonuç olarak, kızın annesi ve ananesi de kahve içtiğinden, kızı kimse suçlayamaz. (2)

Konserin başlamasından biraz sonra ikinci sıra başında oturan, girişte tuvaleti soran bey sol taraftaki boşluğa doğru kaykıldı cep telefonu ile fotoğraf çekti. Bu başlangıcı fırsat bilen biri daha sonra bir başkası,  öz çekim (selfi) yapanlar, fotoğraf çekenler, konseri kaydetme telaşına düşenler, patlayan flaşlar dikkatimi dağıtıyor. Kendimi konseri dinlemeye veremiyorum. Etrafta olup biten hareketliliği izlemeye koyuldum. Müzik fonda kalmıştı. Orta sıralarda kopup gelen bir bayan en ön sırada bir boşluk görünce orkestra ile burun buruna olmanın iyi olacağını düşünmüş olmalı, kendini ön sıraya atıverdi. Düşündüğü gibi olmadı sanırım kısa bir süre sonra tekrar eski yerine geri döndü. Orkestra ilk parçasını sundu.  Parçanın bittiğini kimse anlayamadığından alkış yoktu. Uzun sessizlik parçanın bittiğini dinleyicilere hatırlatınca alkış başladı. Sırasıyla eserler seslendirildi. Alkışlar ile eserlerin bitişi arasında uyumsuzluklar olsa da ilk kısım tamamlanmıştı.

İkinci kısımda uzun kırmızı tuvalet giymiş bayan bir solist sahne aldı. İkinci sıra başında oturan bey yine ilk atağa geçen olup solistin resmini çekti.  İlkini anlayabilirdim. Arkadan bir daha bir daha hep aynı pozisyon, aynı acı değişen tek şey solistin hareketleri ve zaman. Onun gibi daha birçokları fotoğraf çekmek ve sosyal medyada paylaşmak telaşı içindeler.

Dinleyici olarak gittiğim konserde, seyirci olmuştum. Beklentilerimi ve hayalimi gerçekleştirememenin burukluğunu yaşadım.   Çıkışta, birçok konserde fotoğraf ve video çekiminin yasak olduğunu burada da aynı uygulamanın yapılması gerektiği şikayetimi organizasyon firması yetkililerine iletim.  Beni haklı bulmalarına da bir anlam veremedim. Umarım dikkate alırlar.  Belki de ticari kaygı nedeniyle beklenti yönünde hareket etmeyi uygun bulacaklar. Asıl düşündürücü olan insanların konser dinlemekten çok böyle bir etkinlik içinde olduklarını ilan etme isteği.

Temmuz/2016

Takvor Teodorosyan

KAYNAK


1 Mayıs 2016 Pazar

YAPRAK

Uykudan uyanan ve yeniden güne başlayan insan misali, baharda doğa uyanır uykusundan. Çıplak dallar canlılığını, doğurganlığını gösterir, dallarında patlayan gözlerle. Gözler, filizlenir, ana rahminden çıkmış bebek gibi buruşuk bir şekilde, yaprak olduğunu bilirsin ama tam olarak neye benzeyeceğini kestiremezsin başlangıçta. Zihin sufle eder önceden bildikleriyle. Bilincine varırsın neye benzeyeceğinin. Yine de dış güçlerin nasıl etkileyeceğini, nasıl gelişeceğini bilemezsin. Filiz için başlamıştır bebeklik, geçlik, olgunluk, doğurganlık ve başlangıca, uykuya dönme döngüsü.   


Ağacın dallarında su ve hayat  olduğu sürece sürüp gidecektir bu döngü, doğanın kuralları ile ta ki can gövdeyi bırakana dek. Bazen kader çarkı farklı oyunlar oynar, sınar filizi. Onun hedefi her zaman büyümek, çiçek açmak ve tohuma ulaşmaktır her zaman.  

Kimine besin olur, bir başkasının bedeninde devam eder hayat zincirine, kimine gölge olur mutlu eder altında oturanları, kiminin gözünü okşar ruhunu ferahlatır, çiçek verir bal olur, kokar cümle alem, koku dikkat çeker, görünür kılar, göz görür güzelliğini, hissettirir insana içinde tanrının varlığını.

Yaprak ilk çıktığında gençlik gibidir. İnce, parlak, zarif, narin görünümlü, acık ve canlı bir renge sahiptir. Güzelliği ve tazeliği ile cezbeder, hayallere daldırır. Büyüyüp geliştikçe yaprak kalınlaşmaya, rengi koyulaşmaya, damarları kalınlaşıp sertleşmeye başlar. Kırılgan olur, saklar içinde gizemini. Zaman denen zalim oynamıştır hayat üzerinde oyununu. Gün geçtikçe yeşillerini kaybeder sararır benzi, direnir ölüme, kızarmaya başlar yine de tutunur inatla hayata. Kopmak istemez kınından.  Eser bir rüzgar alır götürür onu sevdiklerinden, birlikte yaşadıklarından. Gözden kaybolur, gönüllerde kalır yaşattıkları.

Tekrar aydınlığa ulaşana dek, doğa tualini yeşilin tonlarıyla renklendiren, çiçeklerle bezeyen yaprak, bu kez yeşilden sarıya, kızıla sonra da gittikçe koyulaşan kahverenginin tonlarına bürünerek karanlığa uçup gider.

01 Mayıs 2016

Takvor Teodorosyan