Kendi ihtiyaçlarını karşılayamayan ya da ileri yaşlarda
kendine yetemeyen bakıma muhtaç kişilerle iletişim kurabilmek, onların bakımını
üstlenmek oldukça zor bir iş. İyiliklerini düşünerek isteklerini yapmadığımızdan agresifleşiyor, zıtlaşıyor. Bakımları ilgi, sabır ve sevgi
gerektiriyor. Bakım ve ihtiyaçları karşılayabilmek için uğraş veriyorsun. Yetmediğin zamanlar oluyor. Bir elin yardım
etmesini, bir nefesin var olmasını istiyorsun yanında. Çoğu zaman da bulamıyorsun
candan sana katılanı. Ha… Telefonla arayan, soran çok. Gel de el ver, dediğin
zaman ya zamanı yoktur ya da bir sebep vardır gelmemesi için. Kalıyorsun çaresiz
bir başına. Ruhun sıkılıyor, ağlıyorsun ya da saldırıyorsun etrafa, kırıyorsun
sevdiklerini en yakınındakileri.
Bazen her şeyi bırakıp gitmek istiyorsun, vicdanın el
vermiyor, bırakıp gidemiyorsun. Gitsen de zihnin onunla oluyor her zaman. Huzursuz
oluyorsun, merak ediyorsun. Birlikte geçirdiğin yaşanmışlıklar bir bir geçiyor
zihninden. Sorumlulukların boş verdirmiyor sana. Şaşırıyorsun hayatın
cilvesine, insanı bu hale nasıl getirebildiğine.
Tetkikler için hastane koridorunda bekliyoruz. Amansız
hastalığın güç bırakmadığı hastamız sedyede kendi halinde yatıyor. Sıkılıp
kalkmak istiyor ellerini havaya kaldırıp “Elini ver, elini ver” diye
sesleniyor. Elimizi veriyoruz, biraz kaldırıyoruz. Gücü tükeniyor tekrar
yatıyor. Tuvalete gideceğim diye tutturuyor. Gücü yok çaresiz vazgeçiyor. Eskileri
anlatıyor, arkadaşlarının komşularının ismini söyleyip onlardan medet umuyor. En
çok da “anne… anne...” diye sesleniyor,
kardeşini çağırıyor. Onlardan ses çıkmayınca normal zamanda ona yardımcı olan
evlerinin arkasındaki ustasına seslenip yardım istiyor. Biz duruma alışkın olduğunuzdan
umursamıyoruz. Onun haline acımış olmalı, yanına bir kadın yaklaştı. Usulca ve
yumuşak bir ses tonuyla onunla konuşmaya başladı. Hal hatır sordu, sonra bir
süre saçlarını okşadı, dokundu. O konuşulanlardan bir şey anlamasa da sakinleştiğini,
kendini bıraktığını, direnmediğini fark ettim.
Durup düşündüm sevginin gücünü. Sonra sordum kendime “Biz
onun her şeyiyle ilgileniyoruz, ama sevgisiz miyiz? Neden o kadın kadar
olamadık? Biz sevgisiz olamazdık, olsaydık onu kaderine terk ederdik. Sadece
sorumluluk baskısı ve güncel işlerden sevgimizi aktarmaya gücümüz ve sabrımız
kalmamıştı.
Bu durum başka bir olayı hatırlattı bana; Büyük baba ve
büyük anneler hep derler “Torunun tadı bir başka” diye. Ben çocuğumu büyütürken
bu tadı alamadım diye.
Ebeveynler sorumlulukların baskısı ve günlük
koşuşturmalardan sonra eve geldiklerinde çocuklarıyla, yakınlarıyla zaman
geçirmeyi ve sevgilerini aktarmayı sonraya bırakmakta ya da ihmal edebilmektedir.
Onlarla birlikte olmak, aynı evde yaşamak ve onların ihtiyaçlarını karşılamak
zaten sevmekmiş gibi gelir. Oysaki beklenen, sıkıca kucaklaşmak seni seviyorum
diyebilmek, birbirimizi gerçek anlamda dinlemek ve birbirimizle yaşamı
paylaşmak güven ve sevginin anahtarı.
Temmuz/2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder