Bizi acemi birliğinden alan kara tren sert
bir fren yaptı. Sarsıntı ve sürtünmenin çıkardığı demir sesleriyle Aşkale
istasyonunda durduk. Hava çok soğuk, her yer karla kaplı. İntikal edeceğimiz
usta birliğine uzaktan bakıyorum. Binalar, bacasından simsiyah duman çıkan
sosyal tesisler onun yanına sıralanmış kademe (araç bakım ve depoyu barındıran
baraka) binaları. Nizamiye nöbetçisi dışında etrafta kimseler yok. Bir an
toplama kampı gibi bir yere geldiğimiz hissine kapıldım.
İlgili
bölümlere dağıtılmayı bekliyoruz. Deli Petro diye bir üsteğmenden bahsediliyor.
Çok disiplinli, titiz ve en ufak bir hata gördü mü affetmez falakadan geçirir cinsinden.
Hiç şaşırmadım. Ben o bölükteyim. Askerlik nasıl bitecek diye düşünmeden
edememiştim. Zor da geçti doğrusu.
İstirahat
saatinde yemekhanedeyiz. Tek lüksümüz yamuk yumuk bir demlikte çay demletip
arkadaşlarla içmek. Herkes hayatından bir kareyi anlatıyor, özlemle. Yazıcının
sesi duyuldu, posta. Bana çok seyrek mektup gelirdi. Bir ümit, hepimiz kulak
kesildik. Acaba, ismimiz okunur mu diye. Bu sefer bana da minik bir paket
vardı. Heyecanla, ellerim titreyerek açtım. Ailemden geliyordu. Bir mektup, bir
çift has yünden örülmüş haki eldiven. Mektupta kendilerini anlatıyorlar, beni
soruyorlardı. Okurken duygulandım, gözlerim doldu hasretten, zor geçirdiğim
günlerden. Ailemin sıcaklığını hissedebilmek istedim, elimi eldivene soktum.
Bir şey takıldı parmağıma. Baktım makasla kesilmiş beyaz bir kâğıt parçası,
annemin el yazısıyla “Sevgili oğlum, bu eldivenleri sana olan sevgim ve
hasretim ördü.”
Takvor Teodorosyan / 25 Nisan 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder