25 Nisan 2013 Perşembe

HAKİ ELDİVEN

Bizi acemi birliğinden alan kara tren sert bir fren yaptı. Sarsıntı ve sürtünmenin çıkardığı demir sesleriyle Aşkale istasyonunda durduk. Hava çok soğuk, her yer karla kaplı. İntikal edeceğimiz usta birliğine uzaktan bakıyorum. Binalar, bacasından simsiyah duman çıkan sosyal tesisler onun yanına sıralanmış kademe (araç bakım ve depoyu barındıran baraka) binaları. Nizamiye nöbetçisi dışında etrafta kimseler yok. Bir an toplama kampı gibi bir yere geldiğimiz hissine kapıldım.

İlgili bölümlere dağıtılmayı bekliyoruz. Deli Petro diye bir üsteğmenden bahsediliyor. Çok disiplinli, titiz ve en ufak bir hata gördü mü affetmez falakadan geçirir cinsinden. Hiç şaşırmadım. Ben o bölükteyim. Askerlik nasıl bitecek diye düşünmeden edememiştim. Zor da geçti doğrusu.

İstirahat saatinde yemekhanedeyiz. Tek lüksümüz yamuk yumuk bir demlikte çay demletip arkadaşlarla içmek. Herkes hayatından bir kareyi anlatıyor, özlemle. Yazıcının sesi duyuldu, posta. Bana çok seyrek mektup gelirdi. Bir ümit, hepimiz kulak kesildik. Acaba, ismimiz okunur mu diye. Bu sefer bana da minik bir paket vardı. Heyecanla, ellerim titreyerek açtım. Ailemden geliyordu. Bir mektup, bir çift has yünden örülmüş haki eldiven. Mektupta kendilerini anlatıyorlar, beni soruyorlardı. Okurken duygulandım, gözlerim doldu hasretten, zor geçirdiğim günlerden. Ailemin sıcaklığını hissedebilmek istedim, elimi eldivene soktum. Bir şey takıldı parmağıma. Baktım makasla kesilmiş beyaz bir kâğıt parçası, annemin el yazısıyla “Sevgili oğlum, bu eldivenleri sana olan sevgim ve hasretim ördü.”     

Takvor Teodorosyan / 25 Nisan 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder