Eski
mahalleler, eski evler ve tarihi yerler gördüğümde durur bakarım, düşlerim
yaşanmışlıklarını. Kapı, pencere, balkon, cumba, sütunlar ele verir
yaşayanların izlerini, kültürlerini. Kapı tokmağındaki, zildeki aşınmalar
yaşamın devamını, pencere önündeki çiçekler, perde şimdi yaşamın kimliğini ele
verir. Gördüklerim ve hissettiklerimle kapı
tokmağını çalar, ahşap kapıdan girer, loş taşlığın serinliğini yüzümde
hissederim, sonra eşyaların eskiliği kokar burnuma, gacırdayan ahşap
merdivenleri çıkarım usulca, göz atarım etrafa, bazen hissederim yalnızlığı ve
terk edilmişliği düşümde ve duygularımda.
Ben istesem de istemesem de bedenime kaydedilmiştir gördüklerim ve
duygularım. Bu yetmez, biriktirdiklerimi hissettiklerimi birilerine anlatmak,
paylaşmak isterim. Basarım deklanşöre. Başkalarıyla paylaşmak İsterim ki o
kültürler kaderiyle baş başa kalıp yok olup gitmesin. Buna en güzel örnek üstat Ara Güler’in
fotoğrafları ve farkındalığıyla Aphrodisias kalıntılarının keşfidir.
Çektiğim
fotoğrafları paylaştığımda “A… Ben hep oradan geçerim hiç fark etmemişim”
şaşkınlığı ve yüz ifadesi ile karşılaştığım olur. Buna çok da şaşırmamak
gerekir. Emlakçı afişleri, baltacı ormanı, cinselliği arayan hoşlandığı erkeği-kızı
gözler. Kişinin algıları ne yönde açıksa onu görür. Aslında, fotoğraf çekerken
yaptığımız şey bütünden kopardığımız parçaya, estetik görüş ve derinlik
(ışıkla) katarak iki boyutlu bir yüzeye kaydetmektir. Bu sayede bütün içinde kaybolan ya da fark
edemediğimiz ayrıntıyı öne çıkarmış oluruz. Öne çıkardıklarımızın farkındalığı,
bizi farklı düşlere farklı sonuçlara götürür.
Fotoğraf
çekmek, düşüncenin ve birikimin ürünüdür. Paylaşılmasından mutluluk duyulur.
Özgürlüktür.
Takvor Teodorosyan Mayıs/2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder