23 Eylül 2023 Cumartesi

COVİD 19 LU EV HALLERİ

Yil 2020 Covid19 virüsü Tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Yüz binlerce kişi hayatını kaybetti, kaybetmeye de devam ediyor. Ölenler kendi mezarlarına defnedilmek yerine iş makineleriyle açılan toplu mezarlara alelacele gömülüyor. Görüntülerini izlemek bile ürpertici. O zaman diyorsun "Ölümün bile hayırlısı olsun". Yıllarca birlikte çalıştığım arkadaşımın virüse yakalandığını öğrenince cep telefonundan aradım.

-Abi, hayırdır ne oldu?

-Hayırdır, hayır kötü bir şey yok. Anlatıyor başına gelenleri;

Eşimin anjiyosu için bir süredir hastanedeydik Covid19 salgını çıkınca anjiyoyu yapmadan bizi apar topar eve gönderdiler. Eve geldikten birkaç gün sonra kendimizi iyi hissetmeyince özel hastaneye gittik. İlaç verip eve gönderdiler. Baktık ki iyi değiliz, daha önce eşimin ameliyatında bize ilgi gösteren, yardımcı olan devlet hastanesindeki doktoru aradım. Yardımcı oldu, hastaneye yattık. Sanırım Covid19 u farkında olmadan anjiyo için beklediğimiz hastanede kaptık. Eşim de bende testlerde pozitif çıktık. Şimdi tedavi oluyoruz. Her geçen gün iye gidiyor.

-Oh derin bir nefes alıyorum. İyiye gidiyor dedi ya, iç rahatlığıyla çok geçmiş olsun. Kısa zamanda sağlığınıza kavuşmanızı dileğiyle kapatıyorum telefonu.

Bir hafta geçmemişti ki aniden kötüleştiğini ve vefat ettiğini, eşinin de yoğun bakımda olduğunu öğreniyorum. Hayır dediği ölüm müydü? bilemedim. Yaşamını ve titizliğini bildiğimden hiç konduramadım. Kabullenemedim bir türlü. Bu ölüm yakışmadı ona diye isyan ediyorum kendi kendime.

Bir yandan da korkuyorum. Virüsü hissediyorum yanı başımda. Virüse yakalanmamanın çarelerini arıyorum. Hiç olmadığı kadar dinliyorum bedenimi. Her noktasından gelen ve her zamankinden farklı olan sinyalleri tüm dikkat ve farkındalıkla hissetmeye çalışıyorum. Bazen de ikileme düşüyorum. Daha önce hiç farkında olmadığım bir şeyi fark edip eskiden nasıldı diye dalıyorum düşünceye. Korku sarıyor bedeni, bazen de olmayan sinyalleri varmış gibi algılıyorum. Ter basıyor vücudumu acaba mı? Telaşlanıp  sabunda, sarımsakta, gargarada, ağız spreyinde, tuzda, sirkede, zencefilde, zerdeçalda, kolonyada, arıyorum çareyi. Deniyorum elde ne varsa birden fazlasını hangisi tutarsa hesabı.

İzliyorum dikkat kesiliyorum haberlere yazılanlara çizilenlere. Her dil her kalem farklı anlatıyor virüsün hikayesini. Henüz bilinen bir hikaye değil anlaşılan. En doğru gelen uyarı “Virüse yakalanmamaya bakın, yakalanacaksanız da şimdi değil” oldu. Bilinmeyeni bilmek için zamana ihtiyaç vardı. Virüs yayılma hızına bağlı olarak yasakların ve önlemlerin dozajı artmaya başladı.

Altmış beş yaş üstüne “Evde Kal” kuralı uygulamaya konunca Mart son haftasından başlayarak yaklaşık üç ayı aşkın bir süre hiç dışarı çıkamadım. Bir nevi ev hapsindeyim. Virüs korkusu peşi sıra takılan bir başka korku da çalışmasam kredi kartı borçlarımı nasıl ödeyeceğim endişesiydi. Eşim kızım destek olsa da nereye kadar diye düşünmeden edemedim. En kötü çok zor durumda kalırsam her zaman desteğini esirgemeyen kardeşim vardı. Onun da yükü ağır. Neyse şimdi bunları düşünme birinci düşünmen gereken yaşamda kalabilmek. Düşünerek bir çözüm oluşturamayacağına göre akışına bırak, yaşa gör diyorum kendime. Farklı şeylere odaklanmaya itiyorum zihnimi.

İlk hafta evde kalarak ihtiyaçların nasıl karşılanabileceği düzenini kurmak ve bu düzene alışmakla geçti. Hizmet alan da veren de acemiydi. Migros sanal marketi arıyoruz. En erken dört gün teslim süresi veriyorlar. Oysaki en yakın Migros bir sokak altımızda. Birkaç sinir bozucu günden sonra işler rayına oturmaya başladı. Zorunlu hallerde eşim kurban oluyor tüm önlemleri alarak kalabalığa kalmadan markete, eczaneye gidip acil ihtiyaçları karşılıyor. Eve gelince giysiler kapı önüne havalanmaya, kendisi de doğru banyoya.

Sonunda zor da olsa çalışır bir düzen oluşturmayı başarabildik. Şimdi hijyen ve bulaşma riskini nasıl sağlayacağımız konusuna odaklandık. Dışarıdan gelenlerin temizliğini ben üstlendim. Adım, kızımın tabiriyle dezenfektancıya çıktı. Marketten gelenleri tek tek bulaşık deterjanı ile yıkıyor, kurutuyor, kaldırıyorum. Ev hijyenini de arap sabunu ve çamaşır suyu ile sağlıyoruz. Bir an şeytan dürtmez mi, bulaşık deterjanı etiketini okumak aklıma geldi. Etikette “Yiyeceklerin temizliğinde kullanılmaması” yazmaz mı. Aldı bir telaş, hemen ilgili deterjanın müşteri hizmetlerini aradım. O da beni ürün sorumlusuna bağladı, endişeyle anlatmaya başladım;

-Merhaba, deterjanı yiyecek temizliğinde kullandım. Etiketinde yiyeceklerde kullanılmaması gerektiği yazılı. Sağlık yönünden sakıncalı bir durum yaratır mı?

-Deterjanı kullandıktan sonra bir sağlık sorununuz oldu mu?

-Hayır, doğal içerikli olduğundan sorun olmaz diye düşündüm. Etiketi okumadan kullandım.

-Evet, ana madde doğal ancak, köpürmesi için kimyasallar kullanılıyor. O nedenle kullanmamanızı öneririz.

O günden sonra doğal beyaz kalıp sabun bulaşık deterjanın yerini aldı.

 Evde oturmak iyi güzel de işe gitmeyince eksik hissediyor insan kendini. Sudan çıkmış balık misali ne yapacağını şaşırmış durumdayım. Sanki hayat yalnızca çalışmakmış gibi. İlk günler zorlansam da alışıyorum birkaç günde yeni düzene. Sabah normal uyandığımda şükrediyorum sorunsuz kalkabildiğime. Sabah kişisel temizlik görüldükten sonra bir bardak dolusu su, daha sonra ılık bir bardak limonlu su. Ardından kahvaltı ile başlıyor gün. Kitap okuyarak, yazarak, müzik dinleyerek, film seyrederek, gerektiğinde evden çalışarak, elden düşüremediğimiz akıllı telefonlarla geçiyor gün. Bazen de normal yaşam temposunda hiç el atamadığım yapacaklarıma el atıyorum. Dışardan olup biteni anlayabilmek için camdan dışarı sarkıp sokağa baktım bir ara. Saklambaç oynar gibi ebenin etrafta saklananları ararcasına tarıyor gözlerim etrafta olup biteni. Fırtına öncesi sessizlik hakim etrafta, ürpertici. Köpek gezdirenler dışında pek kimse yok. Hücrede havaya hasret kalmış misali pencereden dış havayı teneffüs ediyorum bir süre. Endişeli düşüncelerden uzak durabilmek için sadece akşam haberlerini izlemeye karar verdim. İyi de oldu doğrusu. Komşu ülkelerdeki savaşları canlı yayında izlediğimiz gibi gün be gün yaşamdan kopanları izlemek garip geliyor.  İzlemeden de yapamıyorum. Acıyor, sızlıyor içimiz, korkuyoruz. Bir yandan da bencil tarafımız bize denk gelmediğine şükrediyor. Anlıyorsun insanın bencilliğini, ölüm ve sevinç arasındaki adalet kanatıyor vicdanı.

Kış boyunca boş duran saksılara bir şeyler eksek derken kolay yetişen ve marketten alabileceğimiz arpacık soğanı ekmek geldi aklımıza. Öyle de yaptık. Ektik soğanları çiçek saksılarına. Can sularını verdik. Artık yeni bir uğraşımız olmuştu. Her sabah bakıyor, merak ediyor, gelişimini izliyoruz. Filizlendi, büyüyor, büyüdü, çok uzadılar derken kısa sürede hasat almaya başlıyoruz. Artık salatalarda kendi yetiştirdiğimiz yeşil soğanları kullanıyoruz. Hoşumuza da gidiyor doğrusu. Uzun süre kullanabilmek için köklerinden çıkarmak yerine yapraklarını ihtiyacımız kadar keserek kullanıyoruz. Yaklaşık bir ay idare etti bizi. Ekmeği evde yapmaya başladık. Zor yaratıcılığı köpürtüyor.

Takvor Teodorosyan

11.03.2022


 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder