Bu pencereden biri bakacak olsa nasıl biri olur?
Ben beyaz saçlı yaşlı bir madam, sen uzun saçlı güzel bir kız, bir başkası lanet bir moruk, bir diğeri çapkın bir delikanlı, öteki deli dedi. Neyi arıyorsan onu görüyorsun.
Ulaşmak bilmemiş bir mektubu nihayet getirmiş yorgun postacının çekinerek kapıyı tıklamasını, evin deniz tarafına bakan, kapıya en uzak konumdaki arka odadan duyup koşan, yine de boş yere sevinmiş olmamak için kapıyı açmadan son bir uzanıp gelen kimmiş diye bakan çilli genç kız baktı pencereden…
Beklediği mektubu mu getirmişti postacı, bir an durakladı, sonra bir çocuk heyecanıyla birer ikişer sıçrayarak indi merdivenleri, tökezledi, korkuluklara tutunarak toparladı kendini. Yüreği küt küt atıyor, elleri titriyordu. Demir kapı kilidini çevirip bir hışımla açtı kapıyı. Dışarının ışığı bir anda doldu loş binaya. Çilli kızın gözleri kamaştı göremez oldu, ne postacıyı ne de kendine uzatılan mektubu. Usulca kapıyı kapattı. Üzgün ve umutsuz. Loş merdivenleri çıkarken bir kuş sesine irkildi. Dışarıya uzattığı kolları arasına başını koyup engin deniz ve gökyüzünün derinliklerinde kaybolurken pencere kenarındaki koltukta uyuya kaldığını fark etti.
İşte bu fotoğrafı çeken yaşlı çocuğun sokaktan gördüğü, telefon kamerasının orada o anda olmayan gözlere göstermekte kifayetsiz kaldığı, artık kendisinden sezdirmeden sıyrılan hafızasında ismi ömrünce kazılı kalmış belkide tek hatıra, bunca yolculuğu yaşına başına yakıştıramayan herkese inat göze almasının sebebi, yüz yıllık penceresinin gerisindeki kanepenin üstünde, hiç sezmeden daldığı bu tavşan uykusundan, bu güvercin rüyasından, belli belirsiz bu sıçramayla uyanan, ismini ayrıldıkları günden bugüne çok beklediğini bildiği halde hiç yazılmamış o mektuplarında itinayla sakladığı Panos idi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder